12 Aralık 2013 Perşembe

Yasemin Soysal: Hindistan mı, Kral Çıplak Diyecek Yok Mu?

Yasemin Soysal: Hindistan mı, Kral Çıplak Diyecek Yok Mu?


”Soruların cevaplarını o kadar çok dışarıda arıyoruz ki, doğru cevap çok uzaklarda olmalı. Mistik olmalı, ulaşılması zor, elde etmesi imkansız olmalıydı.
Tabi ki biz durduk yere bu fikirlere kapılmadık. Eğitmen sanıp peşine düştüklerimiz, kitap sanıp okuduklarımız, ruhsalcılık üzerine bir sürü kirli bilgi bunu yarattı. Dünya ve ruhumuz evrimleşirken biz belki de bilgi aynı kalsın istedik. Ama mümkün değil, dönem, ruhlar, enerjiler ve hisler değişti. 

Geçmişe ait bir çok ruhsal öğretilerde evrimleşmek zorunda. Geçmişin farkındalık yolcusu o günün şartlarında onu yapması gerekiyordu, bugün sen aynısını yapmak zorunda değilsin. O Himalayalar’a çıktı ve rüzgarı dinledi ama belki de kulağında walkman’i olsaydı müzik dinliyor olacaktı.
Fakat gerçek ruhsallık bu değil. Zaten çıkılan her yolculuk ruhsal bir yolculuktur. Aradığın farkındalık her yerde olabilir. Bir Paris seyahatinde, evde televizyonun karşısında oturmuş soyduğun portakal kabuklarını sobaya atarken, Himalayalar’ın tepesinde ipodunda çalan 80 ler müziğiyle… işte her an yeter ki aklın fikrin orada olsun o gelecektir. Kulaklığındaki ipod’u çıkartıp illa kuş seslerini dinlemek zorunda değilsin, Coco Chanel parfümün varken tütsü kokusuna bulanmak zorunda değilsin, Amerika da kahveni yudumlamayı bırakmak zorunda değilsin!”


Bu yazıyı paylaşmam gerekti.

Daha dün akşam konuşturken serhatla dedim ki; ”yurt dışına çıkmak istiyorum heryeri gezmek istiyorum her yeri her yeri, parisi, hindistanı, çini..” patlama yaşadım öyle bi resmen :)) Gitmek yok aslında, hep içindesin, için nasılsa hep öylesin dünyanın en sıkıcı yerinde de eğlenirsin, en eğlenceli yerinde de sıkılırsın.. Kimse sen nerdesin bilemez, sen bile bilemezsin çoğunlukla ‘an’da olmadığın için orda burda sanırsın kendini ama içinde değilsindir.

Dünyanın en güzel yeri içindeki gizli yerindir, bide sevdiğini gerçekten görüyorsan duyuyorsan onun içindeki gizli yeridir.. ❤  

İşte sevgilililerin bir görevi de birbirlerini içinde korumaktır bu yüzden, uzaklarda çok kalıp kayboldukça orayı hatırlatmaktır ❤ 

25 Kasım 2013 Pazartesi

Unutup unutup hatırladığımda heyecanlanıcak bişeylerim olduğu zamanlar bunlar da aslında minicik şeylerse ve beni boyundan daha büyük mutlu ediyosa bıcırık haliyle, tamam, herşey süper demek. Doğru minicik şeyleri seçmişim demek :)

Çoğu şey yolunda.

Diğer şeylerin pek çoğu da bıdık beyin kıvrımlarımda dolanıp durduktan sonra açığa kavuşmayı öğrendi :) İnsan olması gerektiği gibi olduğunda bilir bunu. Tüm ihitiyacı olan içte, sol taraftaki minik pompacıklarda :)

Heyecandan bayılıcam çünkü delirmek üzereyim olana bitene :) yani inanamıyorum nelerin olduğuna nelerin olabileceğine. Nasıl bi macera aksiyon romantik komedi drama hepsi hepsi. Akıl alcak gibi mi şimdi tüm bunlar :)
Lisede Handeyle perdenin altına girip bi camdan iki minicik kafa uzaklara bakardık. Kanku derdik birbirimize ismimizle seslenmeyerek bitirdik liseyi :) “neler olcak acaba kanku lise bitince? Nerelerde olucaz?” İnsan içinden sessizce hep çenesini eline yaslayıp daliyo dimi, ‘neler olucak acaba yaa’ diye. Ucu bucağı da yok. Hayal etmek acaip bişey, sihir.

Benim en mutlu olduğum şey içinde bulunabilmeyi başardığım minimallik. Aslında minimal ne demek tam kelime anlamını bilmiyorum. Serhata sordum şimdi minimal ne demek diye üf neler saydı, en son da “minimal yaşam işte bitanem?” diyip bi bakış attı ki :)) siviyorum onu ❤️ Ona göre fakirliğin biraz üstü gibi çıkıyo dediklerinden. Ama ben şu demek olduğunu düşünüyorum tam şu anda; o olsun şimdilik bu yazıda işim görülsün :)) yani sadelik, “simplicity”. Ne kadar az çok şeye sahipsen o kadar çok şeyin var gibi. Uzaktan bakınca çok sade hatta bazılarına göre sıradan ama yaklaştıkça detaylarıyla büyüleyen bişey gibi yani. Minik şeylerle çok mutlu olmanın yolunu bulmuşum gibi geliyo şimdilik çoğunlukla. Arada tutmuyo ama pek çoğunlukla işe yaratıyorum onu :)

Ya nerden de nereye gelebiliyorum :)

Heyecandan bayılıcam dediğim şeye dönüyorum; TEA&POT’un 3. Yıldönümü yaklaştı ve biz yüzyılın en tatlı bıdık minnoş partisini organize ediyoruz :)

minik bir mad tea party :)

❤️ SON ❤️

14 Kasım 2013 Perşembe

herşey uçsuz bucaksız..

herşey uçsuz bucaksız..
temelsiz, derinlerden gelen, güçlü, kudretli ve anlık..
bu hem iyi hem kötü bişey. bilicez ki herşey ama herşey aslında çok ayrı, çok özel ve kalıcı değil, geçicek. yapmamız gerekenler hayat gibi basit ve sade aslında. insan kendi beyni kadar karmaşık yapıyo. 
dün güneşin 11 yılda bir manyetik alanının değişiyo olmasının dönüm noktalarında bizi nasıl etkilediğini okudum. bu bizi derinden etkilermiş. manyetik alanımızı sarsarmış, düşük enerji, kaoslari düğümler yaratırmış. her zaman hep yaptığımız şeyleri yapamaz olurmuşuz tutulurmuşuz bizde. çok mantıklı. bana böyle soyut şeylerle gelsin zaten hayat :) gerçekliklerin çoğunu reddediyorum :) çünkü benim gerçeklerimle burdaki gerçekler iki kutup gibi :) 
bu gibi düğüm ve kaos zamanlarında yapabileceğimiz çok güzel meditasyonlar var yaradılışla bağımızı güçlendiren. şimdiki zamanda kalmamızı sağlayan.
ben bu aralar kışın gelmiş olmasına fena bozuluyorum, serhoskoyu satrança bi türlü yenemiyorum ve bıdık teapotumla her zamanki gibi haşır neşirim. 
bütün harfleri bilerek küçük yaptım. büyük harfsiz bi yazı çünkü bu. noktaları koydum ama. noktasız olmaz :)
❤ ❤ ❤ 

temelsiz, derinlerden gelen, güçlü, kudretli ve anlık..

bu hem iyi hem kötü bişey. bilicez ki herşey ama herşey aslında çok ayrı, çok özel ve kalıcı değil, geçicek. yapmamız gerekenler hayat gibi basit ve sade aslında. insan kendi beyni kadar karmaşık yapıyo. 

dün güneşin 11 yılda bir manyetik alanının değişiyo olmasının dönüm noktalarında bizi nasıl etkilediğini okudum. bu bizi derinden etkilermiş. manyetik alanımızı sarsarmış, düşük enerji, kaoslari düğümler yaratırmış. her zaman hep yaptığımız şeyleri yapamaz olurmuşuz tutulurmuşuz bizde. çok mantıklı. bana böyle soyut şeylerle gelsin zaten hayat :) gerçekliklerin çoğunu reddediyorum :) çünkü benim gerçeklerimle burdaki gerçekler iki kutup gibi :) 
bu gibi düğüm ve kaos zamanlarında yapabileceğimiz çok güzel meditasyonlar var yaradılışla bağımızı güçlendiren. şimdiki zamanda kalmamızı sağlayan.

ben bu aralar kışın gelmiş olmasına fena bozuluyorum, serhoskoyu satrança bi türlü yenemiyorum ve bıdık teapotumla her zamanki gibi haşır neşirim. 

bütün harfleri bilerek küçük yaptım. büyük harfsiz bi yazı çünkü bu. noktaları koydum ama. noktasız olmaz :)

❤   


8tracks


tekrar tekrar bu albümü dinliyorum. ❤ ❤ ❤  

(Kaynak: 8tracks.com)

Herşeyi çizmek isteme geldi :)

Herşeyi çizmek isteme geldi :) Minik bi cep defteri taşımak istiyorum yanımda, çiziveriyim her an diye o derecede :) Minik minik masal kahramanları, eşyalar, sihirli bıdıklar, ışıklar, sesler çizip kendimi şoka sokmak istiyorum ❤  
Dün aldım koyu renk defter, açık renk kuru boyalar..Çaydanlık, cupcake, pembe arabayı falan çiziyorum :) Beyin nelerle dolu :P

Minik bi cep defteri taşımak istiyorum yanımda, çiziveriyim her an diye o derecede :) Minik minik masal kahramanları, eşyalar, sihirli bıdıklar, ışıklar, sesler çizip kendimi şoka sokmak istiyorum ❤  

aldım koyu renk defter, açık renk kuru boyalar..Çaydanlık, cupcake, pembe arabayı falan çiziyorum :) Beyin nelerle dolu :P


7 Kasım 2013 Perşembe

Kısa bi “hayat bazen gıcık” yazısı…


Son günlerim elektrik telleri gibi, bi yüksek gerilim hattıyım. Deli gibi herşey. Aşırı derecede duygu yoğunluğu, mücadele, fiziksel güç, sorgulama modumdayım. Bu sırada da ne bi sihir ne bi işaret.

Evren tarafından terkedilmiş gibi..

Sanki elimden gücüm alınmış napıcağımı bilmiyo gibiydim özellikle dün. Panikledim napıcam diye. Bişeyde yapamadım zaten. Bekledim geçmesini.

Anlayamadım. Nereye kayboldu herşey?

Tüm sahip olduğum güzellikler gizlendi sanki, yerini korku, bitkinlik, sevimsizlik aldı, kaybolmak istedim bende tam ortasından bu istemediğim sahnenin. Neyse ki efe erken gelebilirim dedi zeynep abla da ben idare ederim sen çık dedi ve ben yavaşça çıktım kafeden ama ruhum kaçtı koşarak. Neler oldu peki işin aslı ne? Bi dedektif tutup ruhumu takip ettirmek istiyorum :) neler karıştırıyorum ben :)
Birsürü bıdı bıdım var cevap olarak vericek; “çok yoğun bi dönemdi benim için, çok yoruldum, iki pazardır çalışıyodum, çok hayal ettiğim bişey vardı olcak gibiydi olmadı, garip bi hassasım bu aralar falan bıdı bıdı bıdı” 

Uyanmamı Serhat sağladı. Yorulmadan tek tek anlattı bana. Şapşal insan yaratılışı unutuyo. Bizim suçumuz diil. Yaratılıştan. Ruhsal hafıza kaybı gibi. Ne hayal ettiğini, niye yaptığını, naptığını, nerde olduğunu, nelerden korktuğunu.. Pufff diye unutabiliyosun bazen. Şuursuzca korkuyosun bu defa tüm sihirli güçlerini yok sanıp. Tek tek hatırlattı bana. Tek tek ama.


Üstüne de uyuduuuum uyuduum. Sanki günlerce. Sonra geldiğimde ordaydım. Şimdi hala soruyorum noooldu. İnsana noluyoda hiç sebepsiz evrenin tüm enerjisine sahip oluyo sonra da noluyo da bu kadar zayıf ve limitli olabiliyo. Nelere bağlıyız.

Bilmiyorum.

Bildiğim çok ciddi bi mücadele verdiğimiz, hayallerle güç bulduğumuz. Sevdikçe çoğaldığımız. Güçlü olduğumuz. 
Çok güçlü ama.


❤️❤️❤️

Sonuç olarak herşeye ama herşeye bir günlük ara vermen gerekebilir bazen, silkelenmen, sarsılman, kendine gelmen gerekebilir ve elinde olmayabilir. Düşmen dizinin kanaması gerekebilir. Senin bişeyleri unutman, hatırlatılman ve de belki en sevdiğin kişinin ağzından duyman gerekebilir. İnanılman, güvenilmen ve bunları hatırlaman gerekebilir.

Evrenden tüm herşeyin gücünden bu şapşallığım yüzünden özür dilerken buldum sonra kendimi :) göremedim ben işte napim güçten düştüm ;)

Çok seviyorum aslında seni. 

Bi daha dikkat edicem, söz, affet :)

31 Ekim 2013 Perşembe

Düşünsene..

Düşünsene.. Mesela şu ana kadar doğru sandıklarının aslında hiçbiri doğru değilmiş??
Yani aslında asıl ama asıl görevin; mutlu olabilmek ve mutlu edebilmekmiş. Biz herşeyi yanlış anlamışız daha en başında bi sahip olma, üstün olma, yükselme hırsına girip asıl öyle mutlu olunuyo sanmışız. “Ne kadar çok şeye sahip olursan o kadar mutlu olucaksın” diye tembihlenmişiz sanki. Unutmuşuz gitmiş küçücük şeyleri, içimizden gelebilecekleri. En yakınımızdakilerin kalbinden geçenleri.. Üstünlük hırsından, içimizdeki bıdık egomuzdan..
Yanii şimdi, bilmiyorum, mantıklı mı? Mantıklı mı her sabah bi hışımla kalıplara girip mecburiyetten aşırı enerji harcayıp mutsuz mutsuz didinip; ‘harcamak’ için ‘kazanmak’? Tanıdığım çoğu kişi yetenekleriyle alakası olmayan yerlerde.
Bi yerde, bi zamanda, bi toplumun beyni uyuşmuş olmalı ki şu anda biz tüm bunları normal karşılıyoruz.
Yeryüzü tamamen sihirli işte, apaçık ortada.. Durmadan durmadan veriyo. Ekiyosun yetişiyo, sen ekmiyosun başka şeyler yetişiyo.. Topluyosun yine veriyo yine veriyo herkese yetecek kadar hemde.. Su. Güneş. Tatlı tuzlu ekşi hepsi ya hepsi doğalında var.. Tamam olanlar olmuş artık elimizdeki düzen bu. Bununla kavga etmicem :)
Ama bişeyleri sorgulayabiliriz. Asıl görevimizi; yaşamayı. Öylece günler birbirini kovalamıcak öyle, en sevdiklerimizin gözleri süzülmicek uzaklara, dalınmıcak öyle.. Şu anda durduğumuz yerde durmak mı tek seçenek. Başka daha nerelerde olabilirdik? Neler yapabilirdik kalbimiz küt küt atarak. Hani öyle deli gibi heyecanlanarak. Gözlerimiz parlayarak ✌️
Birden aniden ayağa kalkıp tamda istediğimiz şeyi yapmamızı ne engelliyo? Son bir yıl nasıl hızlı geçti? Neleri görmezden geliyoruz neleri göklere çıkarıyoruz? Ne zaman sıra sevdiğimiz kısma gelicek?
Bi yerlerde sihirli bişey var, inanmakla ilgili hepsi. Kendi yüreğine, onun yüreğine, onun yüreğine. Elele tutuşmakla paylaşmakla ilgili. Cesaret vermekle. Gözlerinin en içine bakıp tam orda gülümsemekle, çok sevmekle çok ilgili. Yitirmeden görmekle de ilgili. Yargılamamakla, şikayet etmekle zaman kaybetmemekle ilgili..

Mesela şu ana kadar doğru sandıklarının aslında hiçbiri doğru değilmiş??

Yani aslında asıl ama asıl görevin; mutlu olabilmek ve mutlu edebilmekmiş. Biz herşeyi yanlış anlamışız daha en başında bi sahip olma, üstün olma, yükselme hırsına girip asıl öyle mutlu olunuyo sanmışız. “Ne kadar çok şeye sahip olursan o kadar mutlu olucaksın” diye tembihlenmişiz sanki. Unutmuşuz gitmiş küçücük şeyleri, içimizden gelebilecekleri. En yakınımızdakilerin kalbinden geçenleri.. Üstünlük hırsından, içimizdeki bıdık egomuzdan..

Yanii şimdi, bilmiyorum, mantıklı mı? Mantıklı mı her sabah bi hışımla kalıplara girip mecburiyetten aşırı enerji harcayıp mutsuz mutsuz didinip; ‘harcamak’ için ‘kazanmak’? Tanıdığım çoğu kişi yetenekleriyle alakası olmayan yerlerde.

Bi yerde, bi zamanda, bi toplumun beyni uyuşmuş olmalı ki şu anda biz tüm bunları normal karşılıyoruz.
Yeryüzü tamamen sihirli işte, apaçık ortada.. Durmadan durmadan veriyo. Ekiyosun yetişiyo, sen ekmiyosun başka şeyler yetişiyo.. Topluyosun yine veriyo yine veriyo herkese yetecek kadar hemde.. Su. Güneş. Tatlı tuzlu ekşi hepsi ya hepsi doğalında var.. Tamam olanlar olmuş artık elimizdeki düzen bu. Bununla kavga etmicem :)
Ama bişeyleri sorgulayabiliriz. Asıl görevimizi; yaşamayı. Öylece günler birbirini kovalamıcak öyle, en sevdiklerimizin gözleri süzülmicek uzaklara, dalınmıcak öyle.. Şu anda durduğumuz yerde durmak mı tek seçenek. Başka daha nerelerde olabilirdik? Neler yapabilirdik kalbimiz küt küt atarak. Hani öyle deli gibi heyecanlanarak. Gözlerimiz parlayarak ✌️

Birden aniden ayağa kalkıp tamda istediğimiz şeyi yapmamızı ne engelliyo? Son bir yıl nasıl hızlı geçti? Neleri görmezden geliyoruz neleri göklere çıkarıyoruz? Ne zaman sıra sevdiğimiz kısma gelicek?

Bi yerlerde sihirli bişey var, inanmakla ilgili hepsi. Kendi yüreğine, onun yüreğine, onun yüreğine. Elele tutuşmakla paylaşmakla ilgili. Cesaret vermekle. Gözlerinin en içine bakıp tam orda gülümsemekle, çok sevmekle çok ilgili. 

Yitirmeden görmekle de ilgili. Yargılamamakla, şikayet etmekle zaman kaybetmemekle ilgili..


16 Ekim 2013 Çarşamba

Sakinleşmek çok güzel bazen, birazcık öyle duraksamak..


Uzaklaşmak.. Hergünkü şeyleri biraz yapmamak, biraz daha az yorum yapmak, çok çok dinlemek.. Cevap vermek yerine içten içten gülümsemek, pek sorgulamamak.. Öyleyse öyle.. Olmuşsa olmuş.. Pek de ala olmuş :)
Aşırı tatlı iki kişiyle tanıştım ve heralde çok değişik bi yere yerleştirdim içimde onları öyle şirin yanyana yine. 80li yaşlardalar, karı koca.. Yemek yedik birlikte.. Onlara teşekkür ederim :)

Çünkü olabiliyormuş gördüm.

Birisi Erdoğan amca. Cerrah. Emekli olunca kendi teknesini yapmış 12,5 metre (ama daha büyükmüş gibi duruyo). Neleri varsa satmış o tekneyi yaparken, bi parçasını almak için sadece atlar başka bi ülkeye gidermiş. Eşi Sevim teyze “iki dairemi sattık” deyince şok oldum o da “ama tüm dünyayı gezdik” dedi muzur muzur gülerek. Sevim teyze “çok sabrettim, çok zor” diyo onunla hayat için. O da zaten kendisi için “fazla normal değilim” diyo :) Antika bi hayatı varmış, kendisi de hep antikaymış.. O bunları anlatırken Sevim teyze gözleri pırıl pırıl onu dinliyo. Çok çekmiş ondan gibi dinlemiyo. Asil, saygılı, biraz yorgun ama seven bi kadın olarak sahip çıkarca dinliyo.. Masal gibiydiler ya.. En sonunda da “ben bunları yapabildim çünkü” diyo sol elinin baş parmağıyla solunda ona tatlı tatlı bakan Sevim teyzeyi gösteriyo, “o vardı yanımda hep” diyo.. Bazılarımız birbirimizi çok konuşmadan bakışlarımızla anlar hisseder onaylarız. Sevim teyzenin gözleri öyleydi çok şeyi ele veriyodu. O hep sabretmiş, hep alttan almış, ama duruşunu hiç bozmamış. Ne istediyse yapmış, ne istemediyse yapmamış. O “sen emekli olunca burhaniyeye yerleşicez” demiş öyle de yapılmış.. Çok değişik bi dengeleri varmış. Ya masal gibiler; sanki onlar hep varmış gibiler yüzyıllardır. Ne kadar çok yıl ne kadar çok şey yaşayıp; bi bayram günü yaşadığı kasabaya sonradan gelen, kendinden küçük, çatlak tatlı bi balıkçı doktoru (işte o benim babam:) 1972 model murat 124une binip ziyarete gelip, çocuklara kendilerini anlatırken nasıl bidaha bu kadar heyecanlanır nasıl coşku doludur bu yaşında hala.. Önce içimden çok uzun diye düşündüm hayatları için. Yani fazla uzun gibi geldi. Sonra onlar konuşurken bi ona baktım bi ona baktım. Bişey var ya hani, diyip dururum ben sihirli evrensel bi dil, bi güç, onu hissettim masada bizimleydi onlar anlatırken. Bu onlarla gelmişti.

Bunu hissetti onlarda sanki biz onlarda yaşlılığımızı görmek istedik, onlarda bizde gençliğini.. ‘İnsan’ işte, komiğiz :)

İnsan davranışlarını teraziye koyup tartmalı, sevdiğini öyle sevmeli öyle kabul etmeli, korumalı özünü.. Bunları unutmayın dediler..

Çok güzel. Çok sessiz. Çok sevdiğim gibi bugün.

Yürüdük yürüdük yürüdük serhatımla. Sustuk dinledik birbirimizi. İstedik yaptık, istemedik yapmadık. O arabasını yıkadı yağmurdan önce piskopat gibi, ayrı ayrı kremlerle spreylerle ovdu durdu her yerini ben onu izledim :) sonra giydik kapşonlu yeleklerimizi (yelek konumuz bu bayram) sahili yürüdük, ben yine tüm köpekleri ve kedileri sevdim resimlerini çektim tek tek, çeşitli yerlerde bağdaş kurup barış işareti yaparak resmimi çektirdim :)

Burhaniyenin rengi yine gri maviydi, ama bi karavan bulduk o kıpkırmızıydı hemde arka camında küçük prensin resmi vardı orda oturmuş gün batımını izleyen, arkasında da mavi bi bisiklet. Tam herşeyi ben yerleştirmişim gibi bi sahnedeydik, herşey doğru yerindeydi. Eve gelince erdoğan amcayla sevim teyzenin geliceğini bilmiyoduk. 

Yine öyle bi andı. Yine çok sevmiştim :)


29 Eylül 2013 Pazar

dreamcatcher nasıl yapılır


Sihirli bi dreamcatcher yapmanın en önemli kısmı herşeyi kendin uydurman. Bütün malzemeleri, bütün yapılışı.. 

Birkaç değişmez özellik var;

1- Ortasinda hayallerini tutması için senin ördüğün bir ağ
2- Ağın ortasında uçarken ağa takilan bir hayali ustaca yakalayabiliceğine inandığın bıdık bişey :) doğal taş olabilir, uğurlu bişeyin olabilir, herşey olabilir..
3- Ucundan sarkan tüy veya tüy kadar hafif birkaç bisey :) çünkü benzer benzeri çeker ve hayaller uçar, çok hafiftir. Onları mıknatıs gibi çekebilmesi için dreamcatcherin ucunda hafif şeyler olmasi lazim.

Bu kadar :)


Ben kabak koyundan topladım malzemeleri, orası benim için farkli çünkü. Bi şekilde sihirine inandığım, beni ikna etmiş bi yer. Ben dairesi için bikaç dal, birbirine tutturmak ve ağ için tiftilmiş halat, ucundan sarkanlar için kozalak, ağaç kabuğu, kil hamurundan kendi yaptığım iki minik kalp, o ucu tüy gibi olan otlar, dantel ve ağın ortasinda hayalleri tutması için bıdık bi kuş kullandim.


Yatağımın yakınına bi yere astım :) 
ve çalışıyo :)

26 Eylül 2013 Perşembe

kelimeler..

Gizli ahenk, kutsallık, hayatın gücü, derindekinin kusursuzluğu.. Böyle bazı kelimeler var sanki sihirli gibi..
Yani öyle herşey gibi değil, keşfedilmemiş gibi. Şu anda kopamadan okuduğum eckhart tolle/hayatla bütünleşmek. Kopamadığım dediğim de günde en fazla 6-7 sayfa :) Çünkü her sayfa üstüne en az 10 dakika düşünmem sindirmem gerekiyo, öyle kitaplardan bu, ben de onları seviyorum.
Zihinle yüreğin kapışması beni hep acaip merak ettirirdi, sebebi de yine eckhart tolle/şimdinin gücü uygulama kitabıydı zaten. Bundada yine aynı şeyleri söylüyo. Bunda en hoşuma giden (yada önceki kitabında dikkatimi çekmeyen) kelime “yürek algılaması”. Çok tatlı değil mi.
Yürek algılaması ❤
Hep en doğrusu.
Diyo ki;
'Zihin durmadan yorum yapar, biçim verip sınıflandırır. Yargılar. Bu da sadece seni yorar. Anlamaya ve açıklamaya çalışmayı bıraktığında ise 'hissedersin'. Çözümlenir yüreğinde olaylar.'
Gerçekten de zihin çok geveze uf şikayetçi insanlar gibi. Her olayda şak diye damgayı vuruyo ‘işte yine öyle oldu, belliydi, öncekinde de böyle olmuştu hep böyle olur, bunun gibi şunun gibi’ hoop benzeri bi rafa kaldırıp koleksiyon yapıyo tecrübelerden. Pis pis kafa sallıyo, ‘olsun ben bunu yeri gelince hatırlatıcam uyarıcam seni’ diyo seni hep koruyomuş havasında. Tecrübeler de hep işe yaramıyo ama ne yazık ki çünkü içimize korkular da salıyolar, yine aynı şekilde sonuçlanabileceğiyle ilgili olasılıklarla, bir çok kere denemekten vazgeçiriyo bizi inancımızı kırıyo, bi şekilde razı ediyo elimizdekine. Ame aslında her defasında ‘yeni’. Ve yine de olucak.
Benim istediğim yürek kısmını daha çok hayata sokmak. Daha çok bunları hissederek yaşamak, daha çok bunları tartışmak. Bunlar hakkında konuşmak. Olayları yorumlamak değil de olanları yorumlamak yani. Bıdı bıdı bıdı konuşan geveze zihni sadece akıllıca hamlelerde kullanmak, yüreğin işlerine burnunu sokturmamak istiyorum.
❤️❤️❤️

Gizli ahenk, kutsallık, hayatın gücü, derindekinin kusursuzluğu.. Böyle bazı kelimeler var sanki sihirli gibi..

Yani öyle herşey gibi değil, keşfedilmemiş gibi. Şu anda kopamadan okuduğum eckhart tolle/hayatla bütünleşmek. Kopamadığım dediğim de günde en fazla 6-7 sayfa :) Çünkü her sayfa üstüne en az 10 dakika düşünmem sindirmem gerekiyo, öyle kitaplardan bu, ben de onları seviyorum.

Zihinle yüreğin kapışması beni hep acaip merak ettirirdi, sebebi de yine eckhart tolle/şimdinin gücü uygulama kitabıydı zaten. Bundada yine aynı şeyleri söylüyo. Bunda en hoşuma giden (yada önceki kitabında dikkatimi çekmeyen) kelime “yürek algılaması”. Çok tatlı değil mi.

Yürek algılaması 

Hep en doğrusu.

Diyo ki;

'Zihin durmadan yorum yapar, biçim verip sınıflandırır. Yargılar. Bu da sadece seni yorar. Anlamaya ve açıklamaya çalışmayı bıraktığında ise 'hissedersin'. Çözümlenir yüreğinde olaylar.'

Gerçekten de zihin çok geveze uf şikayetçi insanlar gibi. Her olayda şak diye damgayı vuruyo ‘işte yine öyle oldu, belliydi, öncekinde de böyle olmuştu hep böyle olur, bunun gibi şunun gibi’ hoop benzeri bi rafa kaldırıp koleksiyon yapıyo tecrübelerden. Pis pis kafa sallıyo, ‘olsun ben bunu yeri gelince hatırlatıcam uyarıcam seni’ diyo seni hep koruyomuş havasında. Tecrübeler de hep işe yaramıyo ama ne yazık ki çünkü içimize korkular da salıyolar, yine aynı şekilde sonuçlanabileceğiyle ilgili olasılıklarla, bir çok kere denemekten vazgeçiriyo bizi inancımızı kırıyo, bi şekilde razı ediyo elimizdekine. Ame aslında her defasında ‘yeni’. Ve yine de olucak.

Benim istediğim yürek kısmını daha çok hayata sokmak. Daha çok bunları hissederek yaşamak, daha çok bunları tartışmak. Bunlar hakkında konuşmak. Olayları yorumlamak değil de olanları yorumlamak yani. Bıdı bıdı bıdı konuşan geveze zihni sadece akıllıca hamlelerde kullanmak, yüreğin işlerine burnunu sokturmamak istiyorum.

❤️❤️❤️


17 Eylül 2013 Salı

bıdıklık ve anlar

Bazı anlar çok bıdıktı. ( ben de anlamsız giriş yapmayı seviyodum çünkü :)

Tamam 👍

9 yıldır her pazartesi hürriyetin kelebek ekinde nil karaibrahimgilin bi köşesi var ya hani.. Pazartesileri de genelde sevimsizdir ya, resmen sabah onun yazısıyla güne başlamak beni acaip motive eder hep. Gizli bi köşe gibi, biz biliyoruz hep okuyoruz da çoğu kişi bilmiyo hala. . Bizim kafe gibi, hep var ama herkes bilmiyo. Ama bilenler de herkes bilsin istemiyo zaten. 

"Bizim gizli yerimiz." 

Bu hafta kaderle ilgili yazmıştı, bende sevdiğim bulduğum beğendiğim her bi minik şeyi tek tek zorla serhata uzuuun uzuuuun anlattığım gibi o yazısını da “oku bak oku bak” diye okuttuuum. Oda bana;

"Sence peki?" dedi. "Kader var mı?"

Evet var! Hemde saniyesi saniyesine :) (burda heyecanlanıyorum hep :) Göz göze gelmesinden, hayatına girip çıkmasına, kalbinin her bir damarından ışık hızıyla geçmesinden, burnuna gelen her bi kokuya, rüyalarından tüm gerçeklerine kadar var.. Ama olmayan ne biliyomusun, tüm olanlardan sonra ki senin bıdık kalbinde ne hissettiğin, kafandan neler geçirdiğin, uyumadan önce neler düşündüğün.. İşte bunlar kaderinde yok. Yazılmamış. Onları sen oluşturuyosun. Nasıl anılar biriktirdiğin, neler hayal edebildiğin, nelere gülme krizine girdiğin, nelere yüreğini titrettiğin.. Bunlar senin elinde işte tamamen. Kabul etsende etmesende o kocaman deli güç senin elinde. Sen gülsende ağlasanda olacak olan oluyo. Hep de olucak. O yüzden gerçekten arkana şöööyle bi yaslan. Sen onları her türlü yaşıyosun ama geriye baktığındaki anıların; sende ne iz bıraktığı ne hissettirdiği oluyo. 

Kaderin neler olucağını hep bilir ama senin ne hissediceğini ne tepki vericeğini hiçbi defasında bilemez, verdiğin tepki de bi sonraki olayı değiştiremez ama senin ne hissediceğini ve yüreğinin neyle dolucağını değiştirebilir. Yani aslında nasıl bi hayatın olucağını kaderin belirlemez. Sen belirleyebilirsin.

Nası bi güç demek bu biliyomuyuz acaba. İdrak edebildik mi. Demek ki başımıza ne gelse de ne gelicekse de, olay ne olduğu bittiği değil bizim nasıl karşıladığımız belki. 

Nasıl bi denenme içindeyiz düşün? 

Bende hep şu sorgulama vardı mesela, öyle yapsaydım belki bu böyle değil öyle olcaktı o zamanda bunu bile etkilicekti falan bıdı bıdı. İşte öyle değil belki, her türlü öylede yapsam böylede yapsam bu sonuç olucaktı, fark yaratabiliceğim kısmı bendim hep. Duruşumdu, hissimdi, kendimdi. Herkesin de kendiydi o zaman. Kimse kimseyi suçlayamazdı. Bunlar olucaktı, bi şekilde olanlar bizimdi. Olanlarla kavga edemezdik, zaman harcayamazdık neden diye. Biz çok zaman harcıyoduk, bahane üretiyoduk bişilere. “E Tamam”dı. Elimizde olan kısmıda bunu aşabilmekti. Aşıp, başımızı bi kaldırmak devam etmekti. 

Akmaktı, keyif almak sevmekti. Sevmiştim bende bu işi.

❤❤❤

Bazı anlar çok bıdıktı. ( ben de anlamsız giriş yapmayı seviyodum çünkü :)

Tamam 👍

9 yıldır her pazartesi hürriyetin kelebek ekinde nil karaibrahimgilin bi köşesi var ya hani.. Pazartesileri de genelde sevimsizdir ya, resmen sabah onun yazısıyla güne başlamak beni acaip motive eder hep. Gizli bi köşe gibi, biz biliyoruz hep okuyoruz da çoğu kişi bilmiyo hala. . Bizim kafe gibi, hep var ama herkes bilmiyo. Ama bilenler de herkes bilsin istemiyo zaten.

"Bizim gizli yerimiz."

Bu hafta kaderle ilgili yazmıştı, bende sevdiğim bulduğum beğendiğim her bi minik şeyi tek tek zorla serhata uzuuun uzuuuun anlattığım gibi o yazısını da “oku bak oku bak” diye okuttuuum. Oda bana;

"Sence peki?" dedi. "Kader var mı?"

Evet var! Hemde saniyesi saniyesine :) (burda heyecanlanıyorum hep :) Göz göze gelmesinden, hayatına girip çıkmasına, kalbinin her bir damarından ışık hızıyla geçmesinden, burnuna gelen her bi kokuya, rüyalarından tüm gerçeklerine kadar var.. Ama olmayan ne biliyomusun, tüm olanlardan sonra ki senin bıdık kalbinde ne hissettiğin, kafandan neler geçirdiğin, uyumadan önce neler düşündüğün.. İşte bunlar kaderinde yok. Yazılmamış. Onları sen oluşturuyosun. Nasıl anılar biriktirdiğin, neler hayal edebildiğin, nelere gülme krizine girdiğin, nelere yüreğini titrettiğin.. Bunlar senin elinde işte tamamen. Kabul etsende etmesende o kocaman deli güç senin elinde. Sen gülsende ağlasanda olacak olan oluyo. Hep de olucak. O yüzden gerçekten arkana şöööyle bi yaslan. Sen onları her türlü yaşıyosun ama geriye baktığındaki anıların; sende ne iz bıraktığı ne hissettirdiği oluyo.

Kaderin neler olucağını hep bilir ama senin ne hissediceğini ne tepki vericeğini hiçbi defasında bilemez, verdiğin tepki de bi sonraki olayı değiştiremez ama senin ne hissediceğini ve yüreğinin neyle dolucağını değiştirebilir. Yani aslında nasıl bi hayatın olucağını kaderin belirlemez. Sen belirleyebilirsin.

Nası bi güç demek bu biliyomuyuz acaba. İdrak edebildik mi. Demek ki başımıza ne gelse de ne gelicekse de, olay ne olduğu bittiği değil bizim nasıl karşıladığımız belki.

Nasıl bi denenme içindeyiz düşün?

Bende hep şu sorgulama vardı mesela, öyle yapsaydım belki bu böyle değil öyle olcaktı o zamanda bunu bile etkilicekti falan bıdı bıdı. İşte öyle değil belki, her türlü öylede yapsam böylede yapsam bu sonuç olucaktı, fark yaratabiliceğim kısmı bendim hep. Duruşumdu, hissimdi, kendimdi. Herkesin de kendiydi o zaman. Kimse kimseyi suçlayamazdı. Bunlar olucaktı, bi şekilde olanlar bizimdi. Olanlarla kavga edemezdik, zaman harcayamazdık neden diye. Biz çok zaman harcıyoduk, bahane üretiyoduk bişilere. “E Tamam”dı. Elimizde olan kısmıda bunu aşabilmekti. Aşıp, başımızı bi kaldırmak devam etmekti.

Akmaktı, keyif almak sevmekti. Sevmiştim bende bu işi.

❤❤❤


28 Ağustos 2013 Çarşamba

Biz miniciktik, evren kocaman.. Yine bu cümlenin farkında olduğum bi zamandı hemde bunun farkındaydım.

Ben bildiğim ve merak ettiğim herşeyi başa sarıp sarıp izliyodum, sevmediklerim cesaret edemiyolardı bile burunlarını çıkarmaya saklanmışlardı hepsi. Öyle zamanlarda bütün hastalıkları yenebilirsin, her soruya cevap verebilirsin, herşeyi yapabilirsin. Minik bi süper kahramansın. 

-Ne kadar komik kafana taktıkların, resmen takılıp kalmışsın küçücük düşüncelere, şaka yapıyo olmalısın. Ciddi olamazsın, bunları mı dert ediyosun? Yaa sen salsana bi kendini şöyle, rahat olsana. Hepsi oluuur :)

Böyle der neye baksan. 

Gözgöze gelirsin baktığın şeylerle. Meğersem hiçbiri öylesine orda durmuyolarmış, hepsi hazırlanmış senin için ama sen kafanda o kadar çok yük taşıyomuşsun ki görmemişsin selam bile vermeden geçmişsin bazen. 

Biz minikmişiz, evren kocamanmış. 

Kafa sesimizi kısıp iç sesimiz açınca başka rehbere hiç gerek kalmıyomuş. 

Hiç de mecbur değilmişiz kendimizi mecbur sandıklarımıza, yoo hiç de karşılık almamız gerekmiyomuş koskocaman sevmek için. Çünkü sevmenin çeşidi yok, sevmek sadece sevmek. Herşeyi, olduğu gibi olanı, olduğu için. Kendini sana sevdirmek zorunda olmadığı için. 

Sendeki kaynak sonsuz olduğu için. 

❤❤❤

Biz miniciktik, evren kocaman.. Yine bu cümlenin farkında olduğum bi zamandı hemde bunun farkındaydım.

Ben bildiğim ve merak ettiğim herşeyi başa sarıp sarıp izliyodum, sevmediklerim cesaret edemiyolardı bile burunlarını çıkarmaya saklanmışlardı hepsi. Öyle zamanlarda bütün hastalıkları yenebilirsin, her soruya cevap verebilirsin, herşeyi yapabilirsin. Minik bi süper kahramansın.

-Ne kadar komik kafana taktıkların, resmen takılıp kalmışsın küçücük düşüncelere, şaka yapıyo olmalısın. Ciddi olamazsın, bunları mı dert ediyosun? Yaa sen salsana bi kendini şöyle, rahat olsana. Hepsi oluuur :)

Böyle der neye baksan.

Gözgöze gelirsin baktığın şeylerle. Meğersem hiçbiri öylesine orda durmuyolarmış, hepsi hazırlanmış senin için ama sen kafanda o kadar çok yük taşıyomuşsun ki görmemişsin selam bile vermeden geçmişsin bazen.

Biz minikmişiz, evren kocamanmış.

Kafa sesimizi kısıp iç sesimiz açınca başka rehbere hiç gerek kalmıyomuş.

Hiç de mecbur değilmişiz kendimizi mecbur sandıklarımıza, yoo hiç de karşılık almamız gerekmiyomuş koskocaman sevmek için. Çünkü sevmenin çeşidi yok, sevmek sadece sevmek. Herşeyi, olduğu gibi olanı, olduğu için. Kendini sana sevdirmek zorunda olmadığı için.

Sendeki kaynak sonsuz olduğu için.

❤❤❤


16 Ağustos 2013 Cuma

..gizli sihirli bağ

Sorumlulukların en büyüğü içindeki büyük sonsuz güce, öze sahip çıkmak. Onu hissetmek. Aldanmadan, kapılmadan, orjinalini korumak verilenin. Çünkü verilen öz; parlak, sonsuz, yumuşak, ince, hafif, yüksüz. Sanılan buranın parçası olunması gerektiği. Buraya adapte olunması gerektiği. Ama burası inanılmaz geçici ve anlık. Ve yaratılışımız bizim sandığımızın aksine burası için değil. Öyle olsa herkesin derinlerinde bir yorgunluk, özlem, kırıklık olmazdı. İçlerdeki buruğun sebebi kalabalığa yetişme çabası yüzünden terkedilen ‘öz’ler. İnsanın burdaki kayboluşunun yarattığı bişey. 
Daha çok şeye sahip olmak gerekmiyor, aksine daha az şeye daha çok sahip çıkmak gerekiyor. Özümüze. O kadar.
Görünmeyen gizli sihirli bağı dinlemek.
Ona güvenmek ve bilmek. 

Sorumlulukların en büyüğü içindeki büyük sonsuz güce, öze sahip çıkmak. Onu hissetmek. Aldanmadan, kapılmadan, orjinalini korumak verilenin. Çünkü verilen öz; parlak, sonsuz, yumuşak, ince, hafif, yüksüz. Sanılan buranın parçası olunması gerektiği. Buraya adapte olunması gerektiği. Ama burası inanılmaz geçici ve anlık. Ve yaratılışımız bizim sandığımızın aksine burası için değil. Öyle olsa herkesin derinlerinde bir yorgunluk, özlem, kırıklık olmazdı. İçlerdeki buruğun sebebi kalabalığa yetişme çabası yüzünden terkedilen ‘öz’ler. İnsanın burdaki kayboluşunun yarattığı bişey. 

Daha çok şeye sahip olmak gerekmiyor, aksine daha az şeye daha çok sahip çıkmak gerekiyor. Özümüze. O kadar.

Görünmeyen gizli sihirli bağı dinlemek.

Ona güvenmek ve bilmek


Sorumlulukların en büyüğü içindeki büyük sonsuz güce, öze sahip çıkmak. Onu hissetmek. Aldanmadan, kapılmadan, orjinalini korumak verilenin. Çünkü verilen öz; parlak, sonsuz, yumuşak, ince, hafif, yüksüz. Sanılan buranın parçası olunması gerektiği. Buraya adapte olunması gerektiği. Ama burası inanılmaz geçici ve anlık. Ve yaratılışımız bizim sandığımızın aksine burası için değil. Öyle olsa herkesin derinlerinde bir yorgunluk, özlem, kırıklık olmazdı. İçlerdeki buruğun sebebi kalabalığa yetişme çabası yüzünden terkedilen ‘öz’ler. İnsanın burdaki kayboluşunun yarattığı bişey. 
Daha çok şeye sahip olmak gerekmiyor, aksine daha az şeye daha çok sahip çıkmak gerekiyor. Özümüze. O kadar.
Görünmeyen gizli sihirli bağı dinlemek.
Ona güvenmek ve bilmek. 

Sorumlulukların en büyüğü içindeki büyük sonsuz güce, öze sahip çıkmak. Onu hissetmek. Aldanmadan, kapılmadan, orjinalini korumak verilenin. Çünkü verilen öz; parlak, sonsuz, yumuşak, ince, hafif, yüksüz. Sanılan buranın parçası olunması gerektiği. Buraya adapte olunması gerektiği. Ama burası inanılmaz geçici ve anlık. Ve yaratılışımız bizim sandığımızın aksine burası için değil. Öyle olsa herkesin derinlerinde bir yorgunluk, özlem, kırıklık olmazdı. İçlerdeki buruğun sebebi kalabalığa yetişme çabası yüzünden terkedilen ‘öz’ler. İnsanın burdaki kayboluşunun yarattığı bişey. 

Daha çok şeye sahip olmak gerekmiyor, aksine daha az şeye daha çok sahip çıkmak gerekiyor. Özümüze. O kadar.

Görünmeyen gizli sihirli bağı dinlemek.

Ona güvenmek ve bilmek. 


14 Ağustos 2013 Çarşamba

ne bulduuum

Bi yazı buldum. Eski zamanlarda yazılmış yabancı bi yazının çevirimi. Ben çok beğendim bu yazıdaki sevginin tanımını. Paylaşmak istedim.

"Birini seç, ruhu seni çağıranı, seni net biçimde göreni seç..
Korkabilecek kadar cesur olanı seç..
Elini tut ve onu kalbinin damarlarına götür, orada senin sevecenliğini görsün, orada dinlensin, onun ağır yüklerini kendi ateşinde yak, kül et.
Gözlerinin derinliklerine bak, derinden bak, orada hareketsiz kalanı uyandır, dirilt. 
Utangaç olana cesaret ver, orada ne beklediğini fark et.
Gözlerinin derinliklerine bak
Gözlerinin derinliklerine bak, orada babalarını, dedelerini gör, uzak yerlerde, çok eski zamanlarda savaşa ve şiddete karışmış atalarını gör.
Acılarına, mücadelelerine bir zamanlar…
Ve bırak hepsi gitsin…
Onun atalarından gelen yükü hisset
Sana sığındığında kendini nasıl güvende hissedeceğini bil
Onun öfkesine ayna olma
Eğer dünyayı değiştirmek istiyorsan, sev, gerçekten sev…
Karşısında kırılganlığın nefesinde kadınlığın bütün ihtişamıyla otur…
Bir çocuğun masumiyetinde, ölümün derinliklerinde, açan bir çağrı olsun, onun gücünü kabul et…
Onu yaraları için cezalandırma.. Senin ihtiyaçlarını ve krıterlerini karşılamadığı için suçlama..
Eğer dünyayı değiştirmek istiyorsan, sev, gerçekten sev..
Onu çıplak ve özgür olabileceği kadar sev..
Onu doğum ve ölümün döngüsüne bedenini açabilecek kadar sev..
Ve bu fırsat için ona teşekkür et..
Birlikte öfkeli rüzgarlarda ve dingin ormanlarda dans ettiğinizde;
Kırılabilecek kadar cesur ol, izin ver, varlığının yumuşak baş döndürücü yanlarını keşfetsin,
Bilsin ki seni kucaklaşıp sarabilir, koruyabilir
Kollarına at kendini, seni tutacağından emin ol,
Bundan önce binlerce kez düşmüş olsan bile
Ona teslim olarak ona teslimiyeti öğret
Eğer dünyayı değiştirmek istiyorsan, sev, gerçekten sev..
Destekle, izin ver, duy, kucakla, iyileştir..
Bunun karşılığında sen de beslenecek, desteklenecek ve korunacaksın
Güçlü kollar, net düşünceler, odaklanmış oklar tarafından..
Çünkü eğer izin verirsen, ve seversen gerçekten, sevginin gücü herşeyin üstesinden gelir. “


Benim tatlı minik piskopat hayatım :)

Benim tatlı minik piskopat hayatım :)

Hepimizin de öyle biliyorum. Kendi minik hayatlarımızı kördüğüm yapıyoruz. İçinden çıkamıyoruz sonra. Ne ediyosak kendimiz ediyoruz hep biliyoruz dimi. Kader; tamam inanıyorum ama öyle bi seçim gücümüz var ki aslında şaka gibiyiz. Ama biz seçim yapabilme konusunda diil de olana razı gelme konusunda acayip yetenekli çıktık. Nasıl bırakıyoruz kendimizi olayların akışına tembellikten mi , sıradanlıktan mı bilmiyorum. Böyle bi ‘tamam hı hı peki’ deme halideyiz başımıza gelenlere ama kabul de etmiyoruz sonra, sanki olurken orda diildik biz..

Benim tatlı minik piskopat hayatım diyodum ben :)

Benim komik bi hayatım var gerçekten çok seviyorum ama bi deli bi garip akışı var hayatımın :)  hem çok şanslıyım ben hemde zavallı minnoş durumları var hayatımın. Öyle ki sinirimi bozamıyorum bazen ‘nasıl yaa’ diye hayretlere düşmekten. Çok şükür gerçekten çok şükür :) kıymetini biliyorum hayatımın. Herşey hep toz pembe yolunda diye değil, benim hayatım olduğu için seviyorum onu. Herşeyiyle kabulüm. Uyuz bi yapısı var hayatımın herkesinki gibi ama işte gönlümü alıyo bi şekilde. Hayatımda şanslı çünkü yumuşayıveriyorum hemen :p

Yetenekli olduğum bi konu şu; hepimizin bazı zamanları bi süreliğine sıkışık ve stresli olur. Bi dönemdir hani bu, geçici olduğunu bildiğimiz için idare ederiz. İşte beeennn, yüce bıdık insan benn, böyle zor zamanlarda bikaç halt da kendiliğimden yiyip  iyice zorlaştırıyorum hayatımı sonra aşırı derecede de sakin ve cool karşılayıp sırıtabiliyorum kıs kıs :) napıyorum ben kuzum yahu?

İnsan nasıl zorluyo hayatta sınırlarını. Nereye kadar başarabilme, halledebilme bilinmezliğiyle nelere kalkışıyo :) 

Zaten düzenli aralıklarla hesap sorduğum, sorguladığım, bazen küçümsediğim bazen hayran kaldığım bu ‘yaşam döngüsü’ bu aralar benimle dalga geçer gibi. Komik tesadüfler silsilesi ya, hiç ummadığım zamanlarda öyle minik ama acayip işaretler görüyorum ki bazen.. İşte öyle zamanlarda çok samimi ve sempatik buluyorum hayatımı :) 

Hani ‘Truman Show’ diye bi film vardı, o adamcağız kaç yaşına gelene kadar anlamamıştı oncağızın hayatının bi televizyon şovu olduğunu.. İşte o filmi yazan senaristi anlıyorum ben :) seviyorum bile onu :)

Seviyorum da seviyorum işte birsürü şeyi :p

❤❤❤

not: resim önemli :)

Hepimizin de öyle biliyorum. Kendi minik hayatlarımızı kördüğüm yapıyoruz. İçinden çıkamıyoruz sonra. Ne ediyosak kendimiz ediyoruz hep biliyoruz dimi. Kader; tamam inanıyorum ama öyle bi seçim gücümüz var ki aslında şaka gibiyiz. Ama biz seçim yapabilme konusunda diil de olana razı gelme konusunda acayip yetenekli çıktık. Nasıl bırakıyoruz kendimizi olayların akışına tembellikten mi , sıradanlıktan mı bilmiyorum. Böyle bi ‘tamam hı hı peki’ deme halideyiz başımıza gelenlere ama kabul de etmiyoruz sonra, sanki olurken orda diildik biz..

Benim tatlı minik piskopat hayatım diyodum ben :)

Benim komik bi hayatım var gerçekten çok seviyorum ama bi deli bi garip akışı var hayatımın :) hem çok şanslıyım ben hemde zavallı minnoş durumları var hayatımın. Öyle ki sinirimi bozamıyorum bazen ‘nasıl yaa’ diye hayretlere düşmekten. Çok şükür gerçekten çok şükür :) kıymetini biliyorum hayatımın. Herşey hep toz pembe yolunda diye değil, benim hayatım olduğu için seviyorum onu. Herşeyiyle kabulüm. Uyuz bi yapısı var hayatımın herkesinki gibi ama işte gönlümü alıyo bi şekilde. Hayatımda şanslı çünkü yumuşayıveriyorum hemen :p

Yetenekli olduğum bi konu şu; hepimizin bazı zamanları bi süreliğine sıkışık ve stresli olur. Bi dönemdir hani bu, geçici olduğunu bildiğimiz için idare ederiz. İşte beeennn, yüce bıdık insan benn, böyle zor zamanlarda bikaç halt da kendiliğimden yiyip iyice zorlaştırıyorum hayatımı sonra aşırı derecede de sakin ve cool karşılayıp sırıtabiliyorum kıs kıs :) napıyorum ben kuzum yahu?

İnsan nasıl zorluyo hayatta sınırlarını. Nereye kadar başarabilme, halledebilme bilinmezliğiyle nelere kalkışıyo :)
Zaten düzenli aralıklarla hesap sorduğum, sorguladığım, bazen küçümsediğim bazen hayran kaldığım bu ‘yaşam döngüsü’ bu aralar benimle dalga geçer gibi. Komik tesadüfler silsilesi ya, hiç ummadığım zamanlarda öyle minik ama acayip işaretler görüyorum ki bazen.. İşte öyle zamanlarda çok samimi ve sempatik buluyorum hayatımı :)

Hani ‘Truman Show’ diye bi film vardı, o adamcağız kaç yaşına gelene kadar anlamamıştı oncağızın hayatının bi televizyon şovu olduğunu.. İşte o filmi yazan senaristi anlıyorum ben :) seviyorum bile onu :)

Seviyorum da seviyorum işte birsürü şeyi :p

❤❤❤

not: bu yazıda resim ekstra özenli seçildi :)


29 Temmuz 2013 Pazartesi

my wonderland

Hayatımın minnoş tarafı TEA&POT❤
Yenileyici, güç verici, inandırıcı, yaratıcı, ilham verici tarafı.
Burası bi wonderland, gizli bi köşe. Biçok şeyin kanıtı. Sınırsız, koşulsuz, kalıpsız bi yer. Yoran, canını çıkaran sonra öyle şirin bi söz söyleyip gönlünü alan ki.
Burayı her zaman sevicem, sonsuza kadar çünkü öyle güzel bişeyi gösterdi ki.
Oluyomuş!
Hiçkimse mecbur değilmiş kalıplara girmeye, duyduklarına göre hareket etmeye, mantıklı olmaya, öyle davranmaya, ‘gibi’ yapmaya. Bize yazılan çizilen senaryoyu oynamaya, özel sektörde köle gibi çalışmaya. Para kazanmak için sevmediğimiz işi mecburen yapmaya.
İnsanın içinde bi güç var bilsede bilmesede, delirmiş bi güç. Şelale gibi akan, sınırı olmayan. Ben şuna inanıyorum. Kilidin anahtarı sağlık. Eğer sağlığın yerindeyse, sahipsen ona; inanarak yapamayacağın hiçbirşey yok hayatta. Bahanelerin arkasına saklanmayalım. İkna etmeye çalışmayalım kimseyi ‘o kadar basit değil’lere, ‘yapamazsın’lara. Biz hepimiz tembeliz. Yaşamaya üşeniyoruz çoğunlukla. Konuşmaya, sormaya, öğrenmeye, denemeye üşeniyoruz. Başarısız olma riski yüzünden tutuna tutuna yürüyoruz, koşabilicekken. İmkansızlıkların arkasına sığınıyoruz. Büyüklerin sözlerine bağlanıyoruz. Kırmıyoruz sınırları. Ya hiç kırmazsak, ya senelerce böyle yaşayıp bilemezsek asıl ne yaparsak mutlu olucağımızı. Ne kadar mutlu olabiliceğimizi bilemezsek. Bu sanırsak hepsini? Deneye deneye bulmaya korkarsak ya?
Bu şekilde yıılar geçerse ve biterse ömür.
Burası sadece başlangıç. Burası hem bana hem bişekilde tanıdığım herkese bi örnek olsun istiyorum. Bi ‘neden olmasın ki?’ örneği. Büyük sermayeler olmadan da gayet iş kurulabilir, ortak olunabilir. Sermaye yaratılabilir. En azından hayali için heyecanlanılabilir, bir yerden başlanabilir. Ne istedğimizi, neyin bizi mutlu ettiğini bulmakla yükümlüyüz. Kendimizi mutlu etmenin yollarını bulmadan kimseyi mutlu edemeyiz, bizi mutlu etmesini de bekleyemeyiz kimseden. Kızamayız kimseye. Burası çok kalabalık ama ‘bir’iz aslında. Paylaşıp verdikçe çoğalıyoruz. Aldıkça istedikçe değil. Verdikçe yarattıkça büyüyoruz. Ne yaparsak aslında kendimize yapıyoruz. Çok söylenirsek aslında durmadan kendimize söyleniyoruz, çok yargılarsak aslında kendimizi yargılıyoruz, çok eleştirirsek kendimizi eleştiriyoruz durmadan aslında. Niye böyle davranalım kendimize?
Hemde neler yapabilicekken? Bilmiyoruz ki işte neler yapabiliceğimizi kafamızı kaldıramıyoruz çünkü yapmakta olduğumuz şeyi yaparken. Yanılıyoruz.
Sahip olduğumuz olumsuzlukları bulup takılıp kalmaya gösterdiğimiz bilinçsiz özeni, sahip olduğumuz, etrafımızı sarmış olan, içimizde atan, heryerde olan olumlu şeylere sahip çıkmaya da göstermemiz lazım. Bunun adı polyannalık değil. Görmek.
Hemen yapamayabiliriz hayallerimizi. Sabredicez. Ama sadece sabretmicez, boş durmıcaz sabrederken. Hayal üstüne hayal biriktiricez, başlıcaz bi ucundan. Önce olmuş gibi heyecanlanıcaz. İnanıcaz. Yardım isticez, yardım edicez. Paylaşıcaz. Olmayınca yıkılmıcaz. Hepsini çok ‘sevgi’yle yapıcaz. Öğrenicez, anlıcaz. Bu bitmicek zaten. Yapınca olunca bile bitmicek hatta.
Ben çok şükrediyorum. Çok minnet duyuyorum. Sağlıklıyım diye, seviyorum diye, aitim diye. Ben verdikçe kabul eden, değerini bilip bana daha fazlasını daha güzelini veren bir kocam var diye. Ailem var diye. İşim beni çok zorluyo diye. Ben zorlandıkça o daha güzelleşiyo diye. Herşeyden ilham alabiliyorum diye.
‘Var’ım diye.

Hayatımın minnoş tarafı TEA&POT

Yenileyici, güç verici, inandırıcı, yaratıcı, ilham verici tarafı.

Burası bi wonderland, gizli bi köşe. Biçok şeyin kanıtı. Sınırsız, koşulsuz, kalıpsız bi yer. Yoran, canını çıkaran sonra öyle şirin bi söz söyleyip gönlünü alan ki.

Burayı her zaman sevicem, sonsuza kadar çünkü öyle güzel bişeyi gösterdi ki.

Oluyomuş!

Hiçkimse mecbur değilmiş kalıplara girmeye, duyduklarına göre hareket etmeye, mantıklı olmaya, öyle davranmaya, ‘gibi’ yapmaya. Bize yazılan çizilen senaryoyu oynamaya, özel sektörde köle gibi çalışmaya. Para kazanmak için sevmediğimiz işi mecburen yapmaya.

İnsanın içinde bi güç var bilsede bilmesede, delirmiş bi güç. Şelale gibi akan, sınırı olmayan. Ben şuna inanıyorum. Kilidin anahtarı sağlık. Eğer sağlığın yerindeyse, sahipsen ona; inanarak yapamayacağın hiçbirşey yok hayatta. Bahanelerin arkasına saklanmayalım. İkna etmeye çalışmayalım kimseyi ‘o kadar basit değil’lere, ‘yapamazsın’lara. Biz hepimiz tembeliz. Yaşamaya üşeniyoruz çoğunlukla. Konuşmaya, sormaya, öğrenmeye, denemeye üşeniyoruz. Başarısız olma riski yüzünden tutuna tutuna yürüyoruz, koşabilicekken. İmkansızlıkların arkasına sığınıyoruz. Büyüklerin sözlerine bağlanıyoruz. Kırmıyoruz sınırları. Ya hiç kırmazsak, ya senelerce böyle yaşayıp bilemezsek asıl ne yaparsak mutlu olucağımızı. Ne kadar mutlu olabiliceğimizi bilemezsek. Bu sanırsak hepsini? Deneye deneye bulmaya korkarsak ya?

Bu şekilde yıılar geçerse ve biterse ömür.

Burası sadece başlangıç. Burası hem bana hem bişekilde tanıdığım herkese bi örnek olsun istiyorum. Bi ‘neden olmasın ki?’ örneği. Büyük sermayeler olmadan da gayet iş kurulabilir, ortak olunabilir. Sermaye yaratılabilir. En azından hayali için heyecanlanılabilir, bir yerden başlanabilir. Ne istedğimizi, neyin bizi mutlu ettiğini bulmakla yükümlüyüz. Kendimizi mutlu etmenin yollarını bulmadan kimseyi mutlu edemeyiz, bizi mutlu etmesini de bekleyemeyiz kimseden. Kızamayız kimseye. Burası çok kalabalık ama ‘bir’iz aslında. Paylaşıp verdikçe çoğalıyoruz. Aldıkça istedikçe değil. Verdikçe yarattıkça büyüyoruz. Ne yaparsak aslında kendimize yapıyoruz. Çok söylenirsek aslında durmadan kendimize söyleniyoruz, çok yargılarsak aslında kendimizi yargılıyoruz, çok eleştirirsek kendimizi eleştiriyoruz durmadan aslında. Niye böyle davranalım kendimize?

Hemde neler yapabilicekken? Bilmiyoruz ki işte neler yapabiliceğimizi kafamızı kaldıramıyoruz çünkü yapmakta olduğumuz şeyi yaparken. Yanılıyoruz.

Sahip olduğumuz olumsuzlukları bulup takılıp kalmaya gösterdiğimiz bilinçsiz özeni, sahip olduğumuz, etrafımızı sarmış olan, içimizde atan, heryerde olan olumlu şeylere sahip çıkmaya da göstermemiz lazım. Bunun adı polyannalık değil. Görmek.

Hemen yapamayabiliriz hayallerimizi. Sabredicez. Ama sadece sabretmicez, boş durmıcaz sabrederken. Hayal üstüne hayal biriktiricez, başlıcaz bi ucundan. Önce olmuş gibi heyecanlanıcaz. İnanıcaz. Yardım isticez, yardım edicez. Paylaşıcaz. Olmayınca yıkılmıcaz. Hepsini çok ‘sevgi’yle yapıcaz. Öğrenicez, anlıcaz. Bu bitmicek zaten. Yapınca olunca bile bitmicek hatta.

Ben çok şükrediyorum. Çok minnet duyuyorum. Sağlıklıyım diye, seviyorum diye, aitim diye. Ben verdikçe kabul eden, değerini bilip bana daha fazlasını daha güzelini veren bir kocam var diye. Ailem var diye. İşim beni çok zorluyo diye. Ben zorlandıkça o daha güzelleşiyo diye. Herşeyden ilham alabiliyorum diye.

‘Var’ım diye.


22 Temmuz 2013 Pazartesi

tam bir mekanistim


Cok mekanistim!

Artik boyle :) Gezgin oldum sonucta :)


Resmen kendime yeni bi alan buldum. Bi cok sevdigim seyin gucu birlesti ve ‘mekanist’te kendini buldu. Heryerde sevdigim renklerin biraraya geldigi yerleri cekip instagrama koyup, blogta anlatip, twitterda paylasiyodum. Simdi sadece mekanistte check-in yapip yorum birakiyorum ✌




O kadar tatli bi fikir ki bu site ❤ Ben cook sevdim cunku onun sayesinde sirinlinlikten bayilmak uzere olan bi pazar gunu gecirdim. Mekanist’in izmir elcisi Ceren’in organize ettigi Gezgin&Guru etkinligine davetliydik pazar günü, geçen yazki gözağrımız Alaçatı’da, bizim Tea&Pot Alaçatının sokağında Tapu’nun karşısındaki Kuytu’da.. Bizde bu etkinliği fırsat bilip bikaç saat erken gittik.


Geçen yazı çok kelimelerle ifade edemiyorum. Bi “hayaller yazı”ydı benim için. Acımasızdı da ama, çok zorlandım. Ama geri dönüp bakınca; ‘yaptık ve oldu, çok da güzeldi’ diyorum. Bi daha istermiyim, hayır. Ama iyiki yaptık mı, evet :) böyle bi ikilem, böyle bi muzur yazdı. Yordu ama çok sevdirdi kendini bu girişim.


Geçen yazın verdiği iş ve çalışma sorumluluğundan telaştan yapamadıklarımızı yaptık. Köşe kahveden başladık. Kalkınca ara sokaklarını gezdik yavaş yavaş, acelesiz, Kırmızı Ardıç Kuşu’nda zamanı durdurduk. Yazmanın sahibi Ümit Abi, Höyük, pazar yerindeki otopark, pupadaki o kalın gözlüklü çocuk, Morris Bey, O sarışın bayanın motoruna atlayıp gitmesi, antikacılar.. Çok bizimdi heryer :)


Gezgin&Guru etkinliğine gelince, herşey çok güzel organize edilmişti. Kuytu’nun çok kendine özgü, çok ‘Alaçatı’ bi şirinliği var.. Sanki zevkli ve sade birinin mütevazi evi gibi dekore edilmiş iç dizaynı, arka bahçesinde de hiç ummadığınız kocaman bi barı var.. Renkler uyumlu ve ince.. Beyaz şarap eşliğinde menülerindeki birçok şeyin tadımını yaptık, çok hafif ve lezzetli ege yemekleri, ımmmmm hala kabak çiçeği dolması, enginarlı pilav ve çerkez tavuğunun tadı damağımda.. Diğer bi hoşuma giden şey de etkinliğe katılan insanların ortak noktasının pozitiflik, nezaket ve paylaşmak olduğuydu. Herkes sadece güzel şeyler keşfetmek, güzel bağlantılar kurmak için vardı.


Mekanist sayesinde biyeri ‘keşfetme’nin tam tadına varıyosun. Senin gördüğün tatlı kareleri herkes görsün, bilsin istiyosun ve birde bakıyosun ki sen hep ne güzel yerler keşfediyosun aslında :)


Sadece piskopat gibi günlerdir herkese mekanisti anlatıyorum, üye yapıyorum ve elimden uygulaması düşmüyo :) durulurum azcık heralde yoksa mekanist tarihinin en hızle gezginlikten guruluğa ulaşan üyesi olabilirim :)

Bu arada kolay ulasabilmeniz icin gerekli linkler;


ayrıca da cerenciimin yazısı da mekanistin blogunda çıkmış   
Hatta kendi yazılarını da burdan takip edebilirsiniz.


İzmir Gezgin&Guru Etkinliği Kuytu Restaurant, Alaçatı - Mekanist Blog