31 Ekim 2013 Perşembe

Düşünsene..

Düşünsene.. Mesela şu ana kadar doğru sandıklarının aslında hiçbiri doğru değilmiş??
Yani aslında asıl ama asıl görevin; mutlu olabilmek ve mutlu edebilmekmiş. Biz herşeyi yanlış anlamışız daha en başında bi sahip olma, üstün olma, yükselme hırsına girip asıl öyle mutlu olunuyo sanmışız. “Ne kadar çok şeye sahip olursan o kadar mutlu olucaksın” diye tembihlenmişiz sanki. Unutmuşuz gitmiş küçücük şeyleri, içimizden gelebilecekleri. En yakınımızdakilerin kalbinden geçenleri.. Üstünlük hırsından, içimizdeki bıdık egomuzdan..
Yanii şimdi, bilmiyorum, mantıklı mı? Mantıklı mı her sabah bi hışımla kalıplara girip mecburiyetten aşırı enerji harcayıp mutsuz mutsuz didinip; ‘harcamak’ için ‘kazanmak’? Tanıdığım çoğu kişi yetenekleriyle alakası olmayan yerlerde.
Bi yerde, bi zamanda, bi toplumun beyni uyuşmuş olmalı ki şu anda biz tüm bunları normal karşılıyoruz.
Yeryüzü tamamen sihirli işte, apaçık ortada.. Durmadan durmadan veriyo. Ekiyosun yetişiyo, sen ekmiyosun başka şeyler yetişiyo.. Topluyosun yine veriyo yine veriyo herkese yetecek kadar hemde.. Su. Güneş. Tatlı tuzlu ekşi hepsi ya hepsi doğalında var.. Tamam olanlar olmuş artık elimizdeki düzen bu. Bununla kavga etmicem :)
Ama bişeyleri sorgulayabiliriz. Asıl görevimizi; yaşamayı. Öylece günler birbirini kovalamıcak öyle, en sevdiklerimizin gözleri süzülmicek uzaklara, dalınmıcak öyle.. Şu anda durduğumuz yerde durmak mı tek seçenek. Başka daha nerelerde olabilirdik? Neler yapabilirdik kalbimiz küt küt atarak. Hani öyle deli gibi heyecanlanarak. Gözlerimiz parlayarak ✌️
Birden aniden ayağa kalkıp tamda istediğimiz şeyi yapmamızı ne engelliyo? Son bir yıl nasıl hızlı geçti? Neleri görmezden geliyoruz neleri göklere çıkarıyoruz? Ne zaman sıra sevdiğimiz kısma gelicek?
Bi yerlerde sihirli bişey var, inanmakla ilgili hepsi. Kendi yüreğine, onun yüreğine, onun yüreğine. Elele tutuşmakla paylaşmakla ilgili. Cesaret vermekle. Gözlerinin en içine bakıp tam orda gülümsemekle, çok sevmekle çok ilgili. Yitirmeden görmekle de ilgili. Yargılamamakla, şikayet etmekle zaman kaybetmemekle ilgili..

Mesela şu ana kadar doğru sandıklarının aslında hiçbiri doğru değilmiş??

Yani aslında asıl ama asıl görevin; mutlu olabilmek ve mutlu edebilmekmiş. Biz herşeyi yanlış anlamışız daha en başında bi sahip olma, üstün olma, yükselme hırsına girip asıl öyle mutlu olunuyo sanmışız. “Ne kadar çok şeye sahip olursan o kadar mutlu olucaksın” diye tembihlenmişiz sanki. Unutmuşuz gitmiş küçücük şeyleri, içimizden gelebilecekleri. En yakınımızdakilerin kalbinden geçenleri.. Üstünlük hırsından, içimizdeki bıdık egomuzdan..

Yanii şimdi, bilmiyorum, mantıklı mı? Mantıklı mı her sabah bi hışımla kalıplara girip mecburiyetten aşırı enerji harcayıp mutsuz mutsuz didinip; ‘harcamak’ için ‘kazanmak’? Tanıdığım çoğu kişi yetenekleriyle alakası olmayan yerlerde.

Bi yerde, bi zamanda, bi toplumun beyni uyuşmuş olmalı ki şu anda biz tüm bunları normal karşılıyoruz.
Yeryüzü tamamen sihirli işte, apaçık ortada.. Durmadan durmadan veriyo. Ekiyosun yetişiyo, sen ekmiyosun başka şeyler yetişiyo.. Topluyosun yine veriyo yine veriyo herkese yetecek kadar hemde.. Su. Güneş. Tatlı tuzlu ekşi hepsi ya hepsi doğalında var.. Tamam olanlar olmuş artık elimizdeki düzen bu. Bununla kavga etmicem :)
Ama bişeyleri sorgulayabiliriz. Asıl görevimizi; yaşamayı. Öylece günler birbirini kovalamıcak öyle, en sevdiklerimizin gözleri süzülmicek uzaklara, dalınmıcak öyle.. Şu anda durduğumuz yerde durmak mı tek seçenek. Başka daha nerelerde olabilirdik? Neler yapabilirdik kalbimiz küt küt atarak. Hani öyle deli gibi heyecanlanarak. Gözlerimiz parlayarak ✌️

Birden aniden ayağa kalkıp tamda istediğimiz şeyi yapmamızı ne engelliyo? Son bir yıl nasıl hızlı geçti? Neleri görmezden geliyoruz neleri göklere çıkarıyoruz? Ne zaman sıra sevdiğimiz kısma gelicek?

Bi yerlerde sihirli bişey var, inanmakla ilgili hepsi. Kendi yüreğine, onun yüreğine, onun yüreğine. Elele tutuşmakla paylaşmakla ilgili. Cesaret vermekle. Gözlerinin en içine bakıp tam orda gülümsemekle, çok sevmekle çok ilgili. 

Yitirmeden görmekle de ilgili. Yargılamamakla, şikayet etmekle zaman kaybetmemekle ilgili..


16 Ekim 2013 Çarşamba

Sakinleşmek çok güzel bazen, birazcık öyle duraksamak..


Uzaklaşmak.. Hergünkü şeyleri biraz yapmamak, biraz daha az yorum yapmak, çok çok dinlemek.. Cevap vermek yerine içten içten gülümsemek, pek sorgulamamak.. Öyleyse öyle.. Olmuşsa olmuş.. Pek de ala olmuş :)
Aşırı tatlı iki kişiyle tanıştım ve heralde çok değişik bi yere yerleştirdim içimde onları öyle şirin yanyana yine. 80li yaşlardalar, karı koca.. Yemek yedik birlikte.. Onlara teşekkür ederim :)

Çünkü olabiliyormuş gördüm.

Birisi Erdoğan amca. Cerrah. Emekli olunca kendi teknesini yapmış 12,5 metre (ama daha büyükmüş gibi duruyo). Neleri varsa satmış o tekneyi yaparken, bi parçasını almak için sadece atlar başka bi ülkeye gidermiş. Eşi Sevim teyze “iki dairemi sattık” deyince şok oldum o da “ama tüm dünyayı gezdik” dedi muzur muzur gülerek. Sevim teyze “çok sabrettim, çok zor” diyo onunla hayat için. O da zaten kendisi için “fazla normal değilim” diyo :) Antika bi hayatı varmış, kendisi de hep antikaymış.. O bunları anlatırken Sevim teyze gözleri pırıl pırıl onu dinliyo. Çok çekmiş ondan gibi dinlemiyo. Asil, saygılı, biraz yorgun ama seven bi kadın olarak sahip çıkarca dinliyo.. Masal gibiydiler ya.. En sonunda da “ben bunları yapabildim çünkü” diyo sol elinin baş parmağıyla solunda ona tatlı tatlı bakan Sevim teyzeyi gösteriyo, “o vardı yanımda hep” diyo.. Bazılarımız birbirimizi çok konuşmadan bakışlarımızla anlar hisseder onaylarız. Sevim teyzenin gözleri öyleydi çok şeyi ele veriyodu. O hep sabretmiş, hep alttan almış, ama duruşunu hiç bozmamış. Ne istediyse yapmış, ne istemediyse yapmamış. O “sen emekli olunca burhaniyeye yerleşicez” demiş öyle de yapılmış.. Çok değişik bi dengeleri varmış. Ya masal gibiler; sanki onlar hep varmış gibiler yüzyıllardır. Ne kadar çok yıl ne kadar çok şey yaşayıp; bi bayram günü yaşadığı kasabaya sonradan gelen, kendinden küçük, çatlak tatlı bi balıkçı doktoru (işte o benim babam:) 1972 model murat 124une binip ziyarete gelip, çocuklara kendilerini anlatırken nasıl bidaha bu kadar heyecanlanır nasıl coşku doludur bu yaşında hala.. Önce içimden çok uzun diye düşündüm hayatları için. Yani fazla uzun gibi geldi. Sonra onlar konuşurken bi ona baktım bi ona baktım. Bişey var ya hani, diyip dururum ben sihirli evrensel bi dil, bi güç, onu hissettim masada bizimleydi onlar anlatırken. Bu onlarla gelmişti.

Bunu hissetti onlarda sanki biz onlarda yaşlılığımızı görmek istedik, onlarda bizde gençliğini.. ‘İnsan’ işte, komiğiz :)

İnsan davranışlarını teraziye koyup tartmalı, sevdiğini öyle sevmeli öyle kabul etmeli, korumalı özünü.. Bunları unutmayın dediler..

Çok güzel. Çok sessiz. Çok sevdiğim gibi bugün.

Yürüdük yürüdük yürüdük serhatımla. Sustuk dinledik birbirimizi. İstedik yaptık, istemedik yapmadık. O arabasını yıkadı yağmurdan önce piskopat gibi, ayrı ayrı kremlerle spreylerle ovdu durdu her yerini ben onu izledim :) sonra giydik kapşonlu yeleklerimizi (yelek konumuz bu bayram) sahili yürüdük, ben yine tüm köpekleri ve kedileri sevdim resimlerini çektim tek tek, çeşitli yerlerde bağdaş kurup barış işareti yaparak resmimi çektirdim :)

Burhaniyenin rengi yine gri maviydi, ama bi karavan bulduk o kıpkırmızıydı hemde arka camında küçük prensin resmi vardı orda oturmuş gün batımını izleyen, arkasında da mavi bi bisiklet. Tam herşeyi ben yerleştirmişim gibi bi sahnedeydik, herşey doğru yerindeydi. Eve gelince erdoğan amcayla sevim teyzenin geliceğini bilmiyoduk. 

Yine öyle bi andı. Yine çok sevmiştim :)