21 Aralık 2016 Çarşamba



home...

'home' serhat. 

artık ona böyle sesleniyorum. o da bana...

'agnes obel-its happening' son günlerde en çok dinlediğim şarkı. spotify listelerim.

gri uzun kazağım, keçe montum ve çizmelerim. amsterdamdan ikinci el eşyalar satan yerden aldığım deri çanta, içinde bilgisayarım,.

unicornlarım, bej renkli oje.

üstünde 'magic of the universe is in my soul' yazan bilekliğim, yeni saatim, herşeyimin şarj aleti ve yedek batarya.

patiklerim ve oyshodan bir sürü şey beğenip sadece onu alıp çıktığım ev terliklerim. terliklerin kılıfında 'for travellers' yazıyodu çünkü, almadan çıkamazdım.

bizimki dışında biçok evin anahtarı.

son topladığımız zeytinler. hergün çevirip suyunu boşaltıyoruz.

fotoğraf makinem, yedek pili. kulaklıklarım. beyaz gezgin sırt çantam. yargıcıdan bayılarak aldığımız valiz (fermuarı patladı ama öyle bişey olmamış gibi davranıyoruz)

makyaj malzemelerim, diş fırçam, yüzümü yıkadığım dalin, yüz kremi, üstünde 'today i feel like a popstar' yazan pijamalarım. bi ton çorap. 1-2 kazak. bere. atkı.

bi türlü bitiremediğim şamanizmle ilgili kitap.

jimny. (beyaz unicornum)

ve 'home'

kaplumbağa gibiyiz. eşyalarımızla geziyoruz. 
binlerce kere şükürler olsun. 

mutlu olmak için nerde olduğunun ve nelerin olduğunun değil, nasıl hissetmeyi tercih ettiğinin önemli olduğunu öğreten son 2 ayımıza da teşekkür ederim.

belediyeden hala inşaat izni çıkmadı. izin çıkınca su basmanı, kuyu, foseptik, çitler sonra ahşaplar... pıt pıt pıt yapılıcak herşey. izin içinde bugünlerde her an arayabilirler. ocak sonunu bulabilir. hatta geçedebilir.

oladabilir.

(hepsi küçük harf çünkü tek elle yazdım)

bu yazıda burda dursun çünkü unutmak istemiyorum bu zamanlarımızı. günlüğüme de yazıyorum 3-4 günde bir.






7 Aralık 2016 Çarşamba


Gerçekten herşey beynimizin kurgusu olabilir mi…

Değilse nasıl oluyor da bu kadar düşündüklerimizi yaşıyoruz ya da karşımıza çıkan kişiler, zamanlamalar, hayaller, hayalkırıklıkları nasıl bir sarmal olmuş akıp gidiyor.

Eğer bir süper kahraman olsaydık ve bize süper gücünüz ne deselerdi; 
(çok saftirikçe) sevmek ve cesaret derdim.


Çok saftirikçe sevmek de ne peki.

Çok saftirikçe sevmek ne; bilmek için küçük bir çocuğu izlemek en doğru yol olabilir. Tüm etrafındaki ve kafandaki dış sesleri susturup, kendi iç sessizliğinde en derinlerinde ne istediğini hissedip, hissettiğin ve ihtiyacın olanı şeyi bulup sevdiğin kişiye vermek. Bunu sevdiğin kişiye öğretmek, unuttukça hatırlatmak. 

Ve bunu birlikte yapmak. Böylece çoğu şeyle zaman kaybetmiş olmazsın. Egosal, ‘Ben’sel şeylerle zaman harcamamış oluyorsun, kusur aramamış, eleştirmemiş, eksiğini dillendirmemiş, beklentiye girmemiş, kendi dışında zaman kaybetmek yerine içine dönmüş olusun. Ama bunun ilk ve her safhasındaki koşulu daha almadan vermek. 

Vermekten yorulunmaz, verdiğin aslında kendinedir. Vermekten değil, eleştirmekten yorulunur, beklemekten yorulunur, kırılmaktan yorulunur ama vermekten yorulunmaz. Benim en yürekten bildiğim inancıma göre bu böyle en azından. 

Ben bunu yazarken daha insanların sesleri kulağıma gelir gibi oluyor, ama şu şu şu şöyle dedi, şu şu şurda şöyle oldu. O öyle değil. Bu böyle. 
İşte bu sesleri susturmak çok büyük mesele :)

İnsan gücünü kendi yüreğinden almaz mı, ve bence de tüm yaşadıklarımızı o yürek belirliyor. Nerelerde kırılırsa oralarda zayıf oluyor, nerelerde pırpır ederse oralarda güçleniyor. Peki verdikçe yürek gücünü kaybeder mi? 
Yürekten verilen güç evrenden gelen bir güçtür ve eksilmez, yeri daha da dolar.

Peki cesaret neydi?

Cesaret içinden gelen sesi sonuna kadar takip etmekti. 
İç sesine güvenmek, kaybetmekten korkmamak. Kaybetsem de altından kalkarım demek. Güçlü olduğunu hissetmek. Aşırı derecede korksan bile üstesinden gelebileceğini bilmek demek. İçinde bi pusula olduğunu adın gibi bilmek demek. Gösterişten uzak, sessizce kendin için ilerlemek cesaret.

Sihirli bi iksir yapabilseydim içine sevgi (ama saftirik sevgi :), cesaret ve sağlık koyardım. Bol bol da içerdim, sevdiğim insanlara da içirirdim. 
Hayat çok farklı olurdu heralde. 

Benim bir gizli bildiğim var.

Öyle Sezen Aksunun bi şarkısı vardı, denge, çok severim çok eskiden beri.

‘’Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle döğüşemem
Siz ne derseniz deyiniz
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Ben tam kendime göre
Ben tam dünyaya göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız’’

Gizli bir bildiğim var benim de, ben emin olmak istedikçe karşıma çıkan, tüm hayatımı saran bir bildiğim var. Gücümü kendi kalbimden almaya devam edicem, sevdiğim herkese de bunu hatırlatıcam. Vericem. Çok saftirikçe sevmeye devam edicem ve hep cesur olucam. 

Ev hayatımızı ve sevdiğimiz eşyalarımızı bir depoya koyup, kapısını da kilitleyip; anahtarını elimize aldığımızdan beri tam 54 gün olmuş. Herhalde daha da bir 35-40 gün var kendi evimizde uyuyabilmemize.

Biz de Serhoşkomla birbirimize evimiz olduk. 
Daha cesur, daha güçlü olduk. 
Birbirimize yardım ediyoruz, daha az eşyayla daha çok mutlu olabilmeyi öğrendik biraz hızlı ve sert bir geçişle. Bir çanta ile bir hafta geçirebilmeyi baya iyice irdeledik :) Hep konuştuğumuz şeyleri hemen uyguluyoruz artık. 

Hayal edebiliyorsak zaten gerçek de oluyor bu yöntemle. 

Yolumuz uzun, güzel.

Çok şükür herşey için.

❤︎



15 Ekim 2016 Cumartesi

Taşındık :)


Taşındık ama nereye :)

İşte buna cevap vermesi zor. 

Güzelce paketledik, kutulara kaldırdık herşeyi. Önce üçe böldük; 
depoya gidecekler, kuşadasına gidecekler ve TEA&POT'a gidecekler. 

Kuşadasına gidecekler geniş bir kategoride ama çok azıcık eşya oldu. İçinde 1-2 melek, doğal taşlarım, sevdiğimiz kitaplar,  boncuk yapma malzemelerim, 1-2 tencere bardak, serhata göre aşırı gereksiz sayıda şal, giysiler, özel bir kaç eşyalar; 1 arabaya sığacak kadar kutularda. Bu araba dolusu kutu bizim tam belli olmayan ama iyi ihtimalle aralık sonuna kadar, kötü ihtimalle de ocak sonuna kadar; yaşam eşyalarımız olucak, kuşadasında. Kuşadasında ama çoğunlukla ablamlarda, zeynoşkolarda, teyzelerimizde, arkadaşlarımızda; artık o gece en müsait neresi olursa.

Depoya gidecekler sanki kutsal eşyalar gibi hala zihnimde. 
Koltuğumuz, kitaplığımız, mutfak eşyaları, halılar, duvarlarda asılı olanlar, yatağımız, giysilerimiz, ıvırlar, zıvırlar, dikiş makinem, ahşap kesme makinası, çalışma masamız. İnsanın evi ne özel. Eşyalar ne kıymetli. Deponun kapısını kapattıklarında bi düğüm oldu boğazımda. Evimiz depodayken nasıl kendimizi evimizde hissedicektik ki artık şimdi. İşte al sana ''less is more''. Bunu öğrenmenin zamanı geldi çattı. Hep dilimizde olan minimalist yaşamın tam ortasına uçaktan hazırlıksız fırlatıldık :) 
Ya öğrenicez ya öğrenicez :) Kendimiz seçtik. 
Çok da mutluyum bu karardan. 

Zaten herşey evden televizyonu çıkarma kararımızla başladı. Yavaş yavaş azalttık eşyaları. İki kişiciğiz evimizde. Mutlu olmak için, konfor için ne kadar eşya gerçek ihtiyaçsa o kadarını bıraktık. Ne bir makine fazla ne de bir dolap. Giysilerimizi de yeterince sadeleştirdik son 2 yılda. 
Bu taşınma da son vuruşumuz oldu :))

TEA&POTçuumuz bıdığımız zaten harikalar diyarı, nereye taşısak onu adapte oluveriyor. Depomuz şimdilik bize yeterli. İnşallah zamanla hayalimizdeki yerimizi yapıcaz. Onun da zamanı gelicek. 

Yani bizim ev artık belli olmayan bir tarihe kadar; kalbimizde.

Dinlenmek için birbirimizin yanı var artık Serhoşkomla.

Maceramız hayırlı uğurlu olsun :)

Bekleme bizi şehir hayatı, geri dönmeye pek niyetimiz yok.


Urla,
Az kaldı 
❤︎

1 Ağustos 2016 Pazartesi

Hiç yılmadan dilek tutmaya devam ❤︎



O kadar güzel bi kitap okuyorum kiii...

Bitmeyecek Öykü / Michael Ende

Daha tam yarısındayım. Tam düşündüğüm gibi herşey. 

Doğru kitaplar sana gelir, ya birileri sihirli sözcüklerle önerir, ya alakasız bi zamanda duyarsın ismini, aklında kalır ve bir anda olmadık yerde o kitap gözüne çarpar, ya da öyle birşeyler işte ama her en sevdiğin kitabın tatlı bi hikayesi olur.

Benim öyle en azından.

Çok kitap okuyan birisi değilim ben  ne yazık ki ama her zaman okuduğum bir kitap vardır. Biraz yavaş okuyo olabilirim ya da kitaptan kitaba atlayarak 2-3 kitabı birden ordan oraya yanımda taşırım. Ama bitirince de yeri çok özel olur o kitabın, en sevdiğim cümleleri çizilir, gerekli yerlere ':)' gerekli yerlere ':(' bırakılır. Dönüp dönüp bakarım okuduğum kitaplara.
Öylesine okuduğum bi kitap yok gibi.
Hepsi çok önemli oldu hayatımda hepsini çok severek geri koydum kitaplık rafındaki yerine. 

Zaten öyle çok hikaye roman da okuyamıyorum. İnsanların kafalarında dönüp duran düşünceleri okurken sıkılma geliyo, ya da dizi/film izleme duygusu uyandıran kitaplarda bi hızlanıyo gözlerim ve kendimi kitabın sonuna çoktan bakmış buluyorum. 

Orta okulda Simyacı'yı okuduğumdan beri kişisel gelişim yada varoluşla ilgili kitapları sevdim. İnsanın içsel yolculuğu, evrenle aramızdaki bağ. Sihirli gizemli şeyler.

Şu anda da bana gönderilen bi kitap okuyorum daha öncekilerde olduğu gibi. Hem de bu sefer bi hikaye. Bu kitap hem biraz fantastik hem de ütopik... Hayaller diyarlarında geçiyo ve sihirli şeyler işleniyo...  1982 yılında yazılmış.

Çok ciddi konular yani benim dünyam için.

Kitapta yıldız ışıkları toplayıp onlardan eşya yapanlar, peri beyazları, altın tılsımlar, uğur ejderhaları, simyacı cüceler, ışıklı gece bitkileri, sihirli aynalar var...

Ama tüm bunlar değil asıl beni kitaba bağlayan.

İnanmayı seçtiğim ve hissettiğim şeyleri bu kadar bir arada yazılı olarak elimde tutunca çok garip bi duygu yaşadım. Hikayenin kahramanları çocuk imparatoriçe, tombiş yanaklı bi insan çocuk ve yeşil derili uzun saçlı bir çocuk. 

Beni kitaba asıl bağlayan; kitabın insanın içinde uyuyan güç için yazılmış bi kitap olması. 

Mesela ''varmak istediğin yola dilekler tutarak varabilirsin'' diyo...
 Her dilek seni varmak istediğin yere adım adım götürür çünkü. Çünkü evren hep seninle konuşur, konuşmak ister ama fırsat bulamaz. Dileklerin de bu fırsatlar işte. Sen dilek tutarsın, o dileğin peşinden giderken ilgili herşey ilgini çeker doğal olarak. Evren sana ulaşabilir. Ama sen dilek tutmazsan, yüreğine koymazsan bu dilekleri kapalı olursun. İşaretleri de görmezsin, sesleri de duymazsın.

Sonra mesela anahtarsız bi kapı var.
O kapıdan kimse geçemiyo, herkes çok geçmek istiyo ama anahtarı da yok kapının, tutma yeri de, açılmıyo da. Geçebilmenin tek yolu; tek istediğin şeyin o kapıdan geçmek olmaması, kapıdan geçmeyi herşeyden çok istemediğin zaman açılıyo kapı. Hepimizin yok mu çok ama çok istediği ama bi türlü olmayan bi dileği. Hatta beyinlerimizde şu kısır döngü yok mu?; olmamasından çok korkuyorum diye mi olmuyo acaba, korktuğum başıma geliyo da mı olmuyo yada yeterince çok istemiyo muyum da olmuyo mu. Yani en azından benim beynimde bu bi sarmal olarak arka planda dönüyo bazen hipnoz etkisi yaratabilicek kadar büyük bi güçle :) 

Çünkü çok istemek de çok korkmak da eşit enerji seviyesinde ve ikisi de çok kuvvetli, başaramayacakları yok. Kendini çok istiyo sanarken çok korkuyo da bulabiliyo insan. Yada Çok istemeye çalışırken. Ama çalışılmaz ki çok istemeye, ya çok istersin ya da çok istemezsin.

Ah beyin kıvrımlarım nelerle dolusun :)

Sonunda Atreju (yeşil derili uzun saçlı çocuk :) anahtarsız kapıdan geçmeyi evet istiyo ama sadece bunu düşünmüyo, biliyo ki istediği yere varıcak, ve kapı açılıyo önünde. 
Kitabın içinde kitap var hikayede. 

Kapıldım gidiyorum kitapta yazanlara 
❤︎

Daha sadece yarısında olmama rağmen inanılmaz yerlerdeyim, bakalım bitince ruh halim nasıl olucak, yazarım. 
İnsanın ruh hali belirlermiş yolun sonunu hep. 
Sahip olduklarına ne isim takarsan o olurlarmış.
Serhoşkoma dedim ki bu kitap sanki çok değişik bi iz bırakıcakmış gibi geliyo bende, sanki hiç unutmıcam bu kitabı. Belki de hayatımın bu dönemine rastlamasının da payı büyük bunda. 

Çok kısaca son olanları da özetliyim.

Evimiz satıldı, urladaki evimizin siparişi verildi.
Belediyesel izinler, projeler, işlemler halledilmeye çalışılıyo şimdi.
Herşey film şeridi gibi, şimdiden sadece 2-2 buçuk ay sonra da herşey olmuş olcak kısmetse.
Yazarken bile inanamıyorum. 
Yazdıklarıma bakınca kendimi anahtarsız kapıdan geçiyo gibi hissediyorum :)
Şehirden kaçış planımız çok güzel işliyo, işe yaradı.

Evren,
hiç merak etme biz yılmadan dilekler tutmaya devam edicez,
kulağımız ve yüreğimiz sende,
sen de hep yanımızda ol tamam mı 
❤︎

22 Mayıs 2016 Pazar

Çikolatalı kek koksun ❤︎


Artık o kadar eminim ki evi ev yapanın ne olduğundan.

Ne malzemesi, ne konumu, ne büyüklüğü, ne dekorasyonu... 

Evi ev yapan kokusu, içindeki sesleri... 

Urlaya taşınma kararı aldıktan, Serhat istifa edip abisiyle iş kurduktan ve biz evi satılığa çıkardıktan sonra bundan sonra yaşıcağımız evle iligili planlar her hafta değişti. Ama her hafta, artık arkadaşlarım sorduğunda gelişmeleri anlatmadan önce 'en son hangi halini biliyosun planların' diye soruyorum çünkü ben bile takip edemiyorum artık. Önce ev satılır satılmaz bi ahşap firmasıyla anlaşıp ev yapılana kadar 5-6 ay bir yerde kirada idare edip evimize geçicektik. Sonra 1-2 işinde en iyi olan ahşap firmasıyla görüşünce rakamlar şaka gibi olduğu için ahşap ev hayalleri kanatlanıp uçtu. Klasik beton tuğla evleri araştırmaya başladık. Bi ara tüm prefabrikçileri gezdik, baya niyetlendik. Prefabrik ev yaptırıp detaylarla çok sevimli bi ev yapıcaktık. Sonra bambaşka bi gelişme olup ev yaptırıcağımız para ile bambaşka bi yatırım yapmaya iyice niyetlendik, Urladaki arsayı satıcaktık bunun için. Bu da 3-4 yıl Urlada kirada oturup zamanın ne göstericeğini beklemek demekti. Kira da ama nasıl bir evde, bu defa bunun arayışına girdik. Bahçeli mi, müstakil mi, daire mi, merkezde mi, iskelede mi... Bıdı bıdı mı, dıdı dıdı mı...

Kira, arsa, ahşap, prefabrik, beton, tuğla...

Ne kadar insan uydurması konular değil mi.

Tüm plan değişiklikleri sırasında ve sonunda öyle bi noktadayım ki artık; minicik bi yuvamız olsun ama kocaman bi dünyamız. 

Sonra da farkettim; zaten öyle. 

Şu anda burda böyle, ve biliyorum ki orda da öyle. 

Taşındığımızda son plan ne olursa olsun, tek amacım daha sadeleşmek olucak. Allah nasip eder de minik bi de bebişimiz olursa ilerde, onun dünyası da öyle olsun. Ne oyuncakçıdan alınmış oyuncaklar ne de içinde eksiklik duygusuyla özel okullardaki uydurukluklara yetişme çabası olmasın. Oyuncakları bahçelerdeki ve doğadaki herşey, okulu da en yakınımızdaki devlet okulu ve hayat olsun. Hangi alan kendini mutlu hissettirirse o alanda eğitimler alsın istiyorum. Ne popülerse onu değil. Televizyondaki saçma sapan dizilerin programların, yarışmaların yıldızlarının isimlerini değil; gökyüzündeki yıldızların isimlerini bilsin. O saçmalıkların eski bölümlerinde neler olup bittiğini değil; dünyanın, evrenin geçmişini bilsin. Kendini tanısın. Kendini keşfetsin. Birlikte keşfedelim.

Zamana ve evrene güveniyorum. 

Daha az şeyle daha çoğuna sahip olunduğunu bilmek güzel.

Kutu gibi bi evde ferah ferah bi yuvamız olsun Urla'da da, şimdiki gibi aynı.

Heralde önümüzdeki hafta netleşicek çoğu şey.

İlk adım evin satılması.

❤︎

Evi ev yapan kokusu, içindeki sesleri...

Hep çikolatalı kek koksun, hep gizli müzikler çalsın arka fonda, güzel şeyler konuşulsun, tatlı hayaller uçuşsun, yeni yeni fikirler bulunsun, keşifler yapılsın, komiklikler olsun; kahkahalar dolsun eve, arkadaşlar gelsin; çocuklar oynasın. Dünya bu, üzüntüler olunca sevgiyle paylaşılsın, elele atlatılsın... 

❤︎ ❤︎ ❤︎


***Yazının Gizli Arka Fon Müziği;
Yumeji's Theme  (https://open.spotify.com/track/0yVq58uQ2Bp2OVADYlLHNk)

***Resim;
http://cotedetexas.blogspot.com.tr/search?updated-max=2012-11-16T01:57:00-06:00&max-results=1

19 Mayıs 2016 Perşembe

Evrenin Gizli Müziği



Herşey böyle.

Şu an; bunlar olmuş. Böyleymiş sadece.

O kadar çok kere, 
O kadar çoklu 
Ve o kadar çok çeşitli bir şekilde; 
Herşey ‘’böyle’’ 

Bizler, koşturur dururuz. 

Biz yetiştirmeye çalışırken, birçok yere yetişmeye çalışırken, saatin yelkovanıyla bile yarışırken aynı esnada dünya kendi etrafında, aynı zamanda kendi yörüngesinde, ve güneşin çevresinde, ve güneşle beraber güneşin yörüngesinde, ve de samanyolunda kendi halinde yavaş yavaş salınıyo. Galaksimizdeki diğer güneşler ve onların gezegenleri de kendi yollarında, galaksimizin dışındaki diğer galaksilerdeki diğer güneşler ve onlarında diğer gezegenleri kendi yollarında.

Gizli bi müzik var aralarında, ahenk halinde. 

Büyüdükçe ve hayatın içine girdikçe daha iyi anlıyorum, öyle bi müzik; var. Canlı yayın halinde tüm evrende yayınlanıyo. Ama bizim gezegenimizde eski zamanlarda bişey olmuş, ne olduysa insanlar uyutulmuş. Bambaşka uyduruk şeylere inandırılmış. Kalplerine değişik şeyler yüklenmiş. Milyonlarca kere şükürler olsun ki bazılarımızı unutmuşlar, bazılarımız sabah uyandığımızda, yolda, evde, işte, hatta trafikte bile sadece gökyüzüne bakıp, bir derin nefes alıp çok şükür diyebiliyoruz ve o anda evrenin müziğinin sesi açılıyo bizim için.

Neden böyle olmasındı ki.

Tabiki de bi arka fon müziği olucaktı. Tüm güzel filmlerde herşey yoluna girerken arka fondaki müzik ‘’herşey yolunda’’ müziği olmaz mı? Tabii.

Bu müziği duymak için  illa herşeyin yolunda olması gerekmez bu arada, hadi ama o sadece filmlerde olur.  Gerçek hayatta her an o müziği duyabiliriz :) Gökyüzünde bulutsuz bi yer bulun, tatlı bi mavi olsun, derin bi nefes alırken bi an gözlerinizi kapatın…

....

Neydi en önemli şey;
Sevgi. 
Ve Sağlık.

Para değil, ya da ev almak değil. Çok para kazanmak. Evlenmek. Kariyer yapmak. 

Bi an diğer galaksileri ve ordaki tüm güneşleri tüm gezegenleri düşününce… Ya da en sevdiğimiz canımız kişilerin bu dünyadan gidişini görünce, bizim de gidiceğimizi hatırlayınca.
Çok minik hedefler olurdu tüm para, ev, iş, ev hedefleri. 

Çok ötesinde olmalıydı bu müziği besteleyen gücün kurgusuna göre hayatın amacı.

O yüzden çok şükür herşey için.

Böyle olduğu için çok şükür.

Tüm sahip olduklarımın ve olamadıklarımın kıymetini çok iyi biliyorum. 

Hep o müziği duymak için başımı gökyüzüne kaldırıcağıma, 
neyin parçası olduğumu hep hatırlıcağıma, 
hep seviceğime, 
uydurulmuş şeylerin uydurulmuş olduğunu unutmıcağıma söz veriyorum.

Gizli müzik sözü.

❤︎ ❤︎ ❤︎



Bu yazının gizli fon müziği; 

(Married Life / Michael Giacchino / Up)

Resim;
http://www.huffingtonpost.com/2015/07/11/astronomy-photos-best-2015_n_7757110.html?

2 Nisan 2016 Cumartesi

Bizim evin sihirli arka kapısı...




Bizim evin arka kapısı bir süre daha bu balkona açılıcak.

Bu balkonda Serhatın dedesinin eski evindeki Sim Amcanın yaptığı yaylı kahverengi koktuklar, şarkılar dinleyerek kendi yaptığımız gökyüzü mavisi dolap, ağaçtan bi çalışma masası ve sandalye, bize 'great orion' nebulasını bulabildiren ve jüpiterin uydularını sayabildiren teleskop, dikilmeyi bekleyen hayallerle dolu dikiş makinam, beyaz melek kanatları ve  beyaz kalpler yaptığım ahşap kesme makinası, serhatın yaptığı ahşap kesme köşesi, bi gece saatlerce  uğraşarak duvarına sulu boyayla yazdığım; ''all you need is faith, trust and a little pixie dust'' yazısı ve asılı anahtarlar resmi, serhoşkomla saatlerce konuştuğumuz hayaller, saatlerce konuşmadan oturduğumuz sessizlikler,  duvarlarında yaşayan müzik listeleri olan gizli yerimiz var. Bulduğumuz şeyler, kaybettiklerimiz, başardıklarımız, bizim için önemli olan yıllarımız var.

Bugün evin odalarının resimlerini çektim, yarın serhatla internete koyucaz. Sonra çok şanslı bi aile tesadüfen ilanı görücek. Önce resimler eşyalı olduğu için renkler hoşlarına gidicek, resimlere baktıkça ne kadar da huzurlu bir ev dicekler. Görmeye gelicekler ve daha girer girmez kendi evlerinde gibi hissedicekler. Taşındıkları zaman da görücekler, hep uğurlu gelicek bu ev onlara. Hep güzel kokucak. Hep güzellik.

Evlerimiz sihirli, hepimizin.

Duvarlarında herşeyimiz saklı, aynalarında tüm sevinçlerimiz ve kırıklıklarımız kayıtlı. Kapılarında heyecanlarımız, dolaplarında kaldırdıklarımız, mutfağında ağzımızın tadı, banyosunda izlerimiz var. Biz büyürüz. Kokumuz siner evimize.

Ve belirli zamanlarımız var evlerimizde geçireceğimiz, dolunca yeni döneminin başladığı zamanlar.

Kısa bi zaman sonra bizim evin arka kapısı da başka gizli bi bahçeye açılıcak.

O tablo gibi tepelerden gün batımını izlediğimiz, evden sevdiğimiz o listenin yumuşacık müzik sesi gelen, yerlerinde oturduğumuz, çiçek kokan, geceleri yıldızları izleyebildiğimiz gökyüzü, daha tanışmadığım kuşların minik sesleri, gizlice ben onları izlerken farketmemelerini istediğim sincaplar, dallarına fener astığımız ağaçlar, piknikler, uyuya kalmalar, rüyalar, periler :) olan bahçemiz olucak.

Urlaya taşınmamız bir hayaldi, 5 yıl sonra valizimiz toplayalım diye söz vermiştik Bostanlıdaki evimizde serhatla birbirimize. Nasıl olucağını bilmiyoduk, ama olucağını biliyoduk.

Evren söylediklerimizi ciddiye almıştı tabi her zaman olduğu gibi.

Ona ne dediğimize dikkat etmemiz gerekirmiş ama, yanlış anlayabilirmiş çünkü. Ne söylersek onu anlarmış, ne demek istediğimizi değil. O yüzden net konuşmamız gerekirmiş onunla.

Ve güzel şeylerden bahsetmemiz...

O kadar heyecanlıyım ki.

Herşey o kadar heyecanlı ki...

Biliyorum bu dünya sihirli, mucizelerle dolu, tesadüfler bizim seçimlerimiz. Güzellik hissettikçe güzellikler geliyo. Neler hissettiğimizi ise biz seçiyoruz.

Ve ne istersek yapabiliriz.

En önemli şey sevmek.

Ve tabi ki sağlığımız. Onun içinde kendimizi sevmemiz gerek ama. Kendimize iyi bakmamız, iyi olmamız gerek.

Önce kendimize sonra sevdiklerimize iyi bakıcaz.

Hep sevicez, söz mü?

Evren, duyuyosun dimi :)

Yeni maceralarımızla yazıcam tekrar.

 

 

 


5 Ocak 2016 Salı

Yesterday and Today Always Smile ♡



Bir şeye bütün kalbinizle inanmakla kafanızdaki seslerin sizi ikna etmesi arasında, inandığınız şeyin gerçekleşmesi ve kafanızdaki seslerin sizi hep yarı yolda bırakması kadar büyük bir fark var.

Aralığın son haftası boyunca ajanda günlüğüme bütün bir yılın analizlerini yaptım durdum :) Çünkü öyle bir yıldı benim için 2015. Durup durup analiz edebileceğim kadar çok malzemesi var. Her bir tanesi için binlerce kere çok şükür.

''Yesterday and Today Always Smile'' yazıyor kapağında, içinde de birbirinden tatlı minik çizimler var. Hem her günün sayfasına yazabiliyorsun hemde en arkasında uzun uzun yazabileceğin sayfaları var. Hepsini ama hepsini doldurdum :)

İnsan günlüğüne neler yazmayı hayal ediyor, sonra neler yazıyor :) 

Şimdi, 2015! Şöyle geriye dönüp seninle konuşmam gerekseydi, sen birisi olsaydın ve bana ''benim hakkımda ne düşündün, beni sevdin mi'' deseydin sana şunları söylerdim;

Hayatımda en çok dinlediğim, en çok izlediğim ve öğrendiğim yıl oldun. Kendimi çok sessiz, oldukça sakin ve kalbi açık görüyorum sana baktığımda. 30. yılımdın ve senden çok şey öğrendim. Ben dinlendim seninle. Biraz kırılmıştım 2014'e, sen bana hediye gibi oldun. Aslında 2014'ün benden aldığı şeyi vermedin ama çok daha büyük bir hediye oldun. İnsan bazen neyin içinde olduğunu, neyin parçası olduğunu anlayamıyor, yada hatırlayamıyor hep. 

Peki neyin parçasıydık biz, neydi senin bana hediyen, ne öğrendim;

Bazen herşey üst üste geldiğinde bir adım geri gidip sessizce izlemek lazımmış, derince bir nefes alıp yavaş yavaş da vermek lazımmış nefesi. Eskiden hep yazılarımda ve muhabbet arasında da derdim ki, 'evreni bi düşünsene ne kadar büyük,sonsuz, biz miniciğiz'. Bu yıl öyle şeyler okudum, öyle şeyler izledim, hissettim, öğrendim ki;

Hepimiz biriz. Hepimiz aynıyız. Evrenin ta kendisiyiz, minicik falan değiliz. Sonsuzuz ve biriz. Evren biziz. Artık diyorum ki; 'evreni bi düşünsene ne kadar büyük, sonsuz, işte biz de o kadar büyüğüz' Herşeyi başarabiliriz, bütün kalbimizle istersek. O kadar güzel ki, kafamda sesler, görüntüler, yazılar peş peşe geliyor ve birleşiyor. Hepsi o kadar güzeller ki. 

Çok şükür. 

Serhat bir numaralı rehberimdi bu yıl. Hep ben ona okuduğum kitaplardan alıntıları okurdum, uçuk kaçık şeyler anlatıp dururdum. (işte periler, unicornlar :P)

Belki de hep öyleydi oda ama bu yıl o sanki evrenin en güzel kanalı gibiydi :) 

Çok şükür.

Hepimizin önüne her gün bir yığın işaret çıkıyor, biraz daha sakin olup basitleştirmemiz lazım hayatlarımızı. 

Biz bir yola çıktık, önce zihinlerimizi sonra da evlerimizi bu düzenden kurtarma yoluna. Ailemizle ve sevdiklerimizle. Serhat'la ben öncü birliğiz :) Taşınıyoruz.. Ama bu bir süreç şeklinde olucak. Daha zamanı var.

Öğretilenleri unutmakla ve bildiklerimizi hatırlamakla başladık. En büyük ve önemli adım zihnimizi taşımak çünkü, sonra evimizi ve eşyalarımızı taşımak işin kolay kısmı. 

Zaten bizim evde televizyon yok, telefon yok. Evimizde arka fonda hep müzik, arka balkonda yıldızları izleyebilmemiz için teleskop, uyandığımızda da tam karşımızda kocaman bir hayal panomuz var. Zaten biz minimaliz, sadeyiz. 

Her yeni yılda dilek listeleri ve beklentilerimle ilgili bidolu yazı yazdım şimdiye kadar :) Bu yıl öyle yapmayı düşünmüyorum. 

Çok şükürler listesi yaptım bi tane :)

TEA&POT için çok şükür, ailem için çok şükür, mete için çok şükür, arsamız için çok şükür, serhatım için çok şükür, bu yaz olanlar geçtiği için çok şükür, sağlığım için çok şükür, hayallerim için çok şükür, hissettiklerim için çok şükür, anladıklarım ve öğrendiklerim için çok şükür. Daha da bir sürü şey için çok şükür, çok şükür.

Ho'oponopono