23 Ocak 2023 Pazartesi

Olsun ❤


 

Her sene en azından bir yazı paylaşırken koskocaman 2022 hiç blog yazmamışım. Öyle olmasın, bir tane benden ses olsun, anısı dursun burda.

Anlamı komple değişen şeyler oldu yazmayalı, hiç değişmeyen şeyler de.

Önem, zaman, iş, sevgi, gerçeklik, istemek, hayal, güç... Bunlar anlamı yenilenen kelimeler oldu, kimisi kendini yok etti, kimisi kocaman oldu, kimi puf oldu :)

Renkler, işler, içerikler, tatlar, kişiler hepsi değişti. Ne güzel var olmak, ne güzel dönüşmek, üretmek, yaratmak, olmak, paylaşmak, bilmek.

Kıymet hep bilirdim, hala biliyorum. Çok şükür, zamanın olmadığı yerde kendime anım olsun, andım olsun, hatırlatsın bu yazı da, kendimi hatırlatsın, olmayı hatırlatsın. Önemi olmasın. Tadı olsun, kokusu olsun, hissi olsun.

Kendime, özüme yakın oldukça biliyorum her şey bir. Yakın olmadığım zamanlarda dualiteye düşüyorum ama biliyorum, o da hak. Önemi yok, öyle de olduğu gibi, böyle de olduğu gibi hayat. Eskiye göre az tanımlıyorum, az biliyorum... Profile en başta yıllar önce yazdığım gibi ''Herşeyin içinden hiç de ummadığımız bi zamanda minnoş ötesi, bıdık ve sihirli bişilerin çıkabiliceğinden bahsediyorum ❤''

Dönüp dolaşıp geldiğim yer hep aynı, kendimden kendime, aradaki turlarımda da oluveren de hayat oluyor, kendiliğinden oluyor. Emek, fedakarlık, üretim, paylaşım, hepsi cepte, kaynaksa sonsuz. 

Olsun 



29 Ocak 2021 Cuma

Down the Rabbit Hole


Neler neler...

Ne alanlar, ne hayaller, ne zamanlar, ne düşler, ne gerçekler.

Artık tüm medyalarda çeşitli algoritmalarla, önümüze toplanmış veriler sonucu bizi yönlendirmek üzere bilgiler çıktığını ve tesadüf sandığımız ya da istiyoruz sandığımız şeylerin tamamen o algoritmalar sonucunda bizim karşımıza getirildiğini biliyoruz. Yani zaten normalde de 'gerçek nedir' diye kocaman bir sorunsal vardıyken, şimdi artık bu 'realite' konusu; bir de algoritmaların işimize karışmasıyla allak bullak oldu ve kendimiz keşfettiğimizi sandığımız çoğu şey aslında bizi manipüle etmek için karşımıza sunuluyor.

Mesela ben bu aralar 'kendini hatırlamak', 'köklerini bulmak' konulu kitaplar ve yazılar okurken bir de bakıyorum ki instagramda fikirlerini çok sevdiğim birçok kişi bu konuya değiniyor. Ben de bütüne ve kollektif bilince çok inanıyorum ama bu kadarı fazla. Burda çok uyuz bir kurgu var, çok 'alert' halinde olmamız lazım. Ayırt edebilmek için çok farkında olmamız lazım. 

Berrak Yurdakul'un tüm canlı yayınları ve ev yapımı paraşüt kitabıyla hayatımın birçok buğulu kısmı bu ara netleşti. Ama hala çok flu yer var. Çok uğraşıyorum. Bir ben mi bu kadar bocalıyorum, düşünüyorum bazen ama değil. Yalnız değiliz. Derinlerimizde hepimiz aynı yollardan defalarca geçiyoruz biliyorum.

Anlamaya çalışıyorum genel sistemi ve de kendi sistemimi. İşe yarayanları yaramayanları düzenlemeye çalışırken o ara biraz daha olgunlaşıyorum onlar da değişiyor :) Tam yol katediyorum başıma aynı şey gelince bakıyorum ki daha olmamış, yine tökezliyorum. Ulan yaş da  36 doldu :)) 37 ye girdik.

Neyse diyorum, go for it, yalnız değilsin :)

Bugün önce kendisine çok çok bayıldığım Meltem hanımla (hanım demicez diye konuşmuştuk ama hep hanım diyorum) sonra da Dilarayla buluştuk. Her ikisiyle de  10 senedir tanıyoruz birbirimizi. Anlatamam ikisi nasıl kalbim genişletti. Ne kadar sohbet derinleşse o kadar görüyoruz ki, işte aynıyız ulen. Aynı işte. Hayaller, kırıklıklar, yollar, yönler. Ne güzel. Çok seviyorum, insanları çok değil ama bu dünyayı, bu hayatı, bu düzeni çok seviyorum.

Boynumda başlayan fıtığı da seviyorum, tüm kafa karışıklığımı da, yavaşlığımı da, hızımı da, acelemi de, işimi de, urlayı da, bu kafalarımı da çok seviyorum. Bugün Dilarayla konuştuğumuz 'Grounded' olmama halimi de seviyorum, çok da niyetimin olmamasını da.

Bu yazı da 2021'e selamım olsun.

Hoşgeldin bu yıl, hoş geldin 37 sayısı.

23 Mart 2020 Pazartesi

'Be the change you want to see in the world'


'Be the change you want to see in the world'
-Gandhi

Burdan yola çıkarak bir 'a-ha moment' yaşadım o yüzden hemen burayı açıp aklımdan geçenleri buraya bırakmak istiyorum.

Neye ihtiyacımız var? Neleri görmek istiyoruz? Neleri dinlemek istiyoruz?
Bütün bunlar bize iyi geliyor mu?
Ne istediğimizi biliyo muyuz ve bu konuda ne kadar N E T iz?

O kadar önemli sorular ki bunlar.
Çünkü ne istediğini keşfetmek için kendimize bu soruları çok sık sormamız lazım. Cevapların peşine düşüp, araştırıp, yanıtları bulduğumuzda da güzelce keskinliğini artırıp, netleştirmemiz lazım ki harekete geçince ne yöne gideceğimizi bilelim.

İş hem başa düşüyor hem de 'olacak olan' oluyor. İkisi çok zıt görünmekle birlikte aslında akış ve dengenin formülü belki de. Çünkü sen başına düşen işini yapmayınca olacak olan da nasıl olabilir? Bu defa; ''sen başına düşeni yapmadığın'' dualitedeki olacaklar oluyor.

Çok çok heyecanlı bu konu, çok düşünmek gerek üstüne. Ne kadar yüzeysel sanıyorsak o kadar uzağız bence, ne kadar basit olduğunu anladığımızda da olayın ta kendisi işte, yaşam.

Bu gece çıktım yukarı bu resmi yaptım. Sonra durdum düşündüm. Ne kadar zarif bir duruşu var bu bitkinin. Resmen zerafetin resmi. İlk defa evde bir duvara asmak istedim yapıverdiğim bir resmi. Ben bunu çizdim bu gece çünkü buna ihtiyacım var, nezakete, zerafete, bu durumu görmeye ihtiyacım var. Ve aferin bana, gözümün görmek ruhumun duymak istediğini kendime gösterdim. 

Cesarete mi ihtiyacımız var, cesur olucaz, güzel sözlere mi, güzel konulardan bahsedicez. İyi şeyler mi görmek istiyoruz, iyi olucaz. Bazen şunu duyarız ya; 'ne istediğimi bilmiyorum ama ne istemediğimi çok iyi biliyorum'. Bu değil. Bu çok net ama bu değil ilerleme sağlatan. Çünkü burda bile ne istemediğini onurlandırıyorsun.

Of. Çok iyi geldi.

bye :)


8 Mart 2020 Pazar

'Bu bir sanrı'

İç sadeleşme güdüm hala çılgınlarca esip gürlüyor. 

Ne kadar versem, satsam, atsam yetmiyor. Açgözlülüğün tam tersi gibi, ama açgözlülük gibi abartılı bir dozda. Yani rahatlayamama hali de var birazcık. Huzursuzluk halinde diyemem ama tamamlanamama, yarım kalma gibi. Bi kalp çarpıntısı :) Hem evdeki eşyalarla ilgili böyle, hem giysilerim, hem özel eşyalarım hem de huylarımla ilgili. Ve de çevremdeki insanlarla da. Sanki pullarımı döküyorum, daha önceleri çok sevdiğim bana çok yakıştığını sandığım herşey yeniden şekil buluyor. 

Önceden çok sevdiğim şeyler şimdi beni heyecanlandırmazken çok tanımlayamadığım 'an'lar daha sık başıma geliyor. Çok hoşuma gidiyor bu duygu. 

Çok düşündüğüm bir şey 'hem hal' olmak. 

Anlamak ve kavramak. 
Bunca şey okuyorum, karşılaşıyorum ve yaşıyorum ama ne kadarı ile hemhal oluyorum, kavrıyorum bilemiyorum. Yaptığım hataları aynı şey başıma gelse yine yapar mıyım? Ya da çok iyi başa çıktığım sıkıntıları baştan yaşasam aynı dirayeti gösterebilir miyim? Farkında mıyım?

Farkındalık, bilinç, varoluş, işleyiş gibi kocaman kocaman kelimeleri okuyorum, üstüne düşünüyorum, çok şanslıyım ki bunları konuşabildiğim kişilerle de sarılıyım. Ama dalıp dalıp gitmeden duramıyorum. Kendi varlığıma dahil miyim. Sadece yaşıyor muyum yoksa bütünleşiyor muyum.

'eleştiri' konusunu onarabiliyor muyum mesela :) Ya da onarmak gereken bu mu, asıl meseleler neler. İşte, bilemiyorum. 

Buz patenini de çok iyi beceremiyorum mesela ama her hafta bir saat gidiyorum işte kaymaya :)
Kendi kendime diyorum ki; şimdi yine gidicem o buz pistine ve yusyuvarlak bir fare gibi hımbıl hımbıl kayıcam. Dedim dedim ve sonunda da çizdim buz pateni kayarken kendimi nasıl hissettiğimi :) Çizmemle ortaya çok da hımbıl da kaymadığım çıktı. 

Sandığım şeyleri çiziyorum, ortaya çıkan çok hoşuma gidiyor. Sandıklarımla olanlar çok başka. 
Her alanda, her olanda, her konuda. 

Artık 'bu bi sanrı' diyorum sıkça. 
Sizde deneyin.

1 Şubat 2020 Cumartesi

Spiritüel arayış içerisinde olan neyin peşindedir?




Spiritüel arayış içerisinde olan neyin peşindedir?

Son okuduğum kitabın bir bölümü böyle başlıyor.

Kitabın adı 'Suçluluk ve Günah' / RAMESH S. BALSEKAR. Ve ilerleyen sayfalarda şöyle devam ediyor;


Arayışta olmak sadece egonun yarattığı yanılsama ve öz irade hissi. Hayat devam edebilsin diye Tanrı'nın yarattığı hipnoz. Spiritüel arayış, o zihin-beden organizması aramaya programlandığı için gerçekleşiyor. İşte bu şekilde TAM olarak bir anlayış ile öz iradenin sadece ilahi bir hipnoz olduğunu ve bütün davranışların sadece bir zihin beden organizmasının ilahi davranışı olduğunu tam anlamak, sıkça duyduğumuz ''kendini idrak'', ''kendine varma''nın tanımıdır.


Böyle diyor.


Kitabı çok tavsiye ederim diyemeyeceğim ama değindiği bazı yerler üstüne çok düşündüğüm ve zihnimde asılı kalan bir çok şeyin yerleşmesini sağladığı için ben sevdim.

Kozmik planlar ve zihin-beden programlanma çok ilgimi çekiyor. Osho'nun Bağımsız Zihin kitabını okumuştum bu kitaptan önce de. Orda da düşüncelerimizin bize ait olmadığını çok iyi anlatıyordu. Bu kitapta da aynı şeyi farklı dille, programlanmamızla anlatıyor. 

Bu kısım burda duradursun ben şimdi bir başka 'aha moment' ımdan bahsedicem. Geçen hafta canım yeliz ablalardaydık, 1 hafta brükselde onların tatlı evinde kaldık bu arada da yakın şehirleri gezdik hep. En son dönerken trenle almanyaya geçiyorduk. Bizim kabine yaşlıca bir kadın oturdu, almandı herhalde. Kulaklıkla ritimli canlı bir müzik dinliyordu. Bize selam verdikten sonra çantasından bilgisayarını çıkardı, yanına not defterini açtı ve çalışmaya başladı. Bilgisayarının arkasında isminin baş harfi ile soyadı da yazıyormuş ben farketmedi Serhat farkıymış, hatta bir de haber ajansı ismi yazılıymış, Serhat da hemen Googledan girip baktı hem bir üniversitede öğretmenmiş hem de haber yazarıymış. Zaten yol boyunca çalıştı bilgisayarında. Bu kadar detay veriyorum çünkü saat 06.20 treniydi ve Annanem yaşında bir kadının o saatte o kadar dinamik bir şekilde teknolojiyi de kullanarak çalışıyor olması gözüme baya yabancı gelmişti :) Yolda tren ani bir hareket yapına bizim kabinin kapısı hızlıca açıldı, Serhat da kalkıp kapattı. Sonra yine aynı şey olup kapı yüksek sesle çarpınca bu sefer kadın kalktı ve çok sertçe kapattı kapıyı. Bu sefer tam kapandı kapı. Serhoşko da gülümseyerek ''you are strong'' dedi gülümseyerek, güldük karşılıklı. Hemen 1 saniye sonra kadın ''no i am not, i am used to'' dedi.


'no i am not, i am used to''


Bu benim aklıma takıldıııı. 


Bazen bazı insanları nasıl güçlü buluruz, nasıl başa çıkıyor deriz. Belki aslında sadece alışmıştır aynı şeyi yaşaya yaşaya, ya da kendimizi bir olay karşısında zayıf hissederiz. Yetenice güçlü değilizdir. Hayır, sadece biz bunu ilk defa yaşıyoruzdur ve alışık olmadığımızdan doğru tepki verememişizdir. Yani mesele güçlü olmak ya da zayıf olmak olamayabilir bazen. Alışık olmakla güçlü olmak arasında çok fark var. 


Bir tarafım rahatladı. Üstüne düşünmek iyi gelmişti, burda da dursun istedim. 






















7 Ağustos 2019 Çarşamba

Koleksiyoner Olmak

İnsanın beyninin kıvrımcıklarının aralarına gizlenmiş bi şekilde gerçekleşmeyi bekleyen evrendeki yıldızlar kadar fazla hayal ve his gizli,
biliyor muydunuz bunu?

Ben şahsen eminim :) Kalbimle biliyorum.
Çünkü gerçekleşen her hayalimin incecik mink köklerinin nasıl bundan yıllar öncesine uzandığına ve ordan beslendiğine defalarca tanık oluyorum. Eski kutulardan, eski resimlerden, eski usblerdeki eski klasörlerdeki dosyalardan. Ne biriktirdiysem onlar serilmiş önüme, yaşamıma dönüşmüşler :)

Neyse ki ve çok şükür.

Ne dinliyorsak, ne dökülüyorsa dilimizden ve ne biriktiriyorsak onu yaşıyorsak; neden harika bir koleksiyoner gibi davranmayalım?

Elimizdeki sepete güzel şeyleri toplayalım, neleri biriktirdiğimizin farkında olalım.

11 Temmuz 2019 Perşembe

CRAFT PAPER CO.



Nasıl heyecanlıyım. 

Hem çok korkuyorum, hem çok cesur hissediyorum kendimi. 

Hem çok kırılganım, hem de o kadar güçlüyüm ki;
 aklımın ucundan geçip de başaramayacağım hiçbir şey yok. 

Çok alışık olduğum, 'konfor alanı duyguları' gerçi bunlar benim için :) Senelerce TEA&POT'ta da tüm ilhamımızı, gücümüzü, özelliğimizi bu duygularımızdan aldığımıza çok inanıyorum.

Craft Paper Co. ile yaşamımızın diğer bir dönemine geçtik.

Bol hayal gücü, bol inanç, bol yenilik, takip, araştırma... İlham toplama, gezme, tanıtma, çalışma, emek demek.

Kendi sesini dinlemek ve peşinden gitmek, sahip çıkmak ve uğruna emek vermek çok önemli şeyler.
Buraya da böyle bir not bırakmak istedim blog tarihimde yer alması için.

❤︎ ❤︎ ❤︎

3 Haziran 2019 Pazartesi

wild, spirit, inspirational



Birçok şey okuyorum, dinliyorum, öğreniyorum, tecrübe de ediyorum ama bu hepsini anladığım anlamına gelmiyormuş. Anlayıp anlamadığımı, aynısını ya da benzerini yaşadığımda kendi içimde, sadece kendi tanık olduğum içsel tepkilerimde görüyorum.
Bazen şok oluyorum çünkü bir milyonuncu kere yaşıyorum ve bir milyonuncu kere aynı yanardağlar patlıyor içimde,
ya da beşyüz milyonuncu kere de olsa yine o adımı atamıyorum.

İnsan ne eğlenceli :) 
Bir çeşit deli aslında.

Yaşamımdaki dönüşümler sürecinde şimdilik edindiğim en kadim bilgi sanıyorum ki 
‘tanık olabilmek.’ 

Bazen başarabiliyorum kendime tanık olmayı ve ne yaşadığımı, neden öyle hissettiğimi, altındaki mesajımı araştırabiliyorum. Yalnız kaldığımda kendimle, bazen o kendi kendime içimdeki gizli kapı açılıp düşüncelerim berraklaştığında, cevaplar ardı ardına içimde yankılandığında kalbim genişliyor. Bu aralar hem ilham kanallarım, hem içimdeki kapılar pencereler, hem de sanki bütün yollar o kadar geniş o kadar açık ki... Yeni yeni anladığım, hissettiğim, bildiğim şeyler var. Adlandırmıyorum onları, sınıflandırmıyorum ya da bildiğim bir şeylere benzetmeye çalışmıyorum. Yepyeni ve öyle pırıl pırıl oldukları gibi kalsınlar diye yerini bile değiştirmiyorum bulduğumda. 

Hissettiğim;
Herkes hem biricik ve tek, hem de bütün.
Ben kimseyi memnun etmek için varolmadım,
Ya da birileri ‘iyi’ desin bana diye değil,
Ya da ‘doğru’ (kime göre ve neye göre ne ise?) olanı yapmak değil varmak istediğim yer.
Mantık, Doğru, ‘-meli,-malı’, Yorum, Hikaye... Bunlar o kadar göreceli ki.

Bir tek şey hissediyorum o da doğal olanın, içten gelenin, varoluşsal olanın peşinden gitmek. 
Kişi, fikir, his, yol, ne olursa; saf ve pürüzsüzse ayırd edebiliyorum. 
Bazı kararlar aldığımda çok saygı duyduğum ve değer verdiğim bir kişi aramıştı ve şöyle demişti;
‘Yepyeni bir dönem başlıyor hayatında. Yalnız bir kadının başaramayacağı hiçbir şey yok. Ne kadar güçlü olduğuna şaşırıcaksın.’ Çok samimi de değildik aslında, çok şaşırmıştım böyle yüreklendirici ve sahiplenici konuşmasına.

Tam da anlamamışım demek ki o an. 

Bilmediği şeyi anlamıyor insan. Bildikleriyle kıyaslıyor, benzetip anladı sanıyor. Bu sebeple bence o kadar çok kişi rüyada yaşıyor ki. Yanlış öğrenilenler rüyası. Başkalarının sesleri dünyası. 
Ben hayal bile etmiyordum limitlerim olmadığını, sınırsızlığı.
Ve bütün limitler, sınırlar kendi beynimin bana oyunu. Kendimi tanımladığım o özlellikler, huyum sandıklarım, parçası olduğum hikaye... Hepsi  beynimin yorumuydu, öyle bir şey yoktu. 
Ben limitsizdim, yeterliydim, sınırsızdı ihtimaller.

Hep olumsuzu olumluya otomatik olarak çevirmeye güdümlü bir yapım oldu, olumsuzluk olmamalıydı sanki, huzursuzluk çok korkunç ve önlenmesi gereken birşeydi... Ama bebek adımlarıyla öğreniyorum artık olumsuzlukları ve huzursuzlukları öylece olduğu gibi kabul etmeyi, düzeltmemeyi, sadece tanık olmayı.

Varolmayı araştırıyorum. 

Kendi varoluşumu, sebebimi, katabileceğimi, alabileceğimi, sürdürebilmeyi, pırıldayabilmeyi, yoluma ışık olmayı, doğru bildiğim yanlışları, yanlış bildiğim doğruları, kendime sahip çıkmayı...

🖤

30 Kasım 2018 Cuma

Zihin ❤︎


Kocaman bir şeyin parçası olduğunu bilmek;
Ne güzel, 
Ne güçlü, 
Ne güvenli bir his değil mi?

Çok büyük, fazlaca sihirli ve ahenk içinde bir denge var. 
Bir şey fazla kaçınca diğeri azalıyor, bir taraf ağırsa diğer taraf hemen hafifliyor ki büyük uyum sayamadığımız kadar uzun zamandır dengede olduğu gibi dengede kalmaya devam etsin. 
İyi ya da kötü yok, zihnin kattığı yorumlar var. 

'Zihnin Halleri' diye bir programa katıldık. Şimdilik 4 haftalık bir program. İkinci hafta geride kaldı. 
İlk hafta tanışma, zihnin yapısı ve niyetler üstüneydi. 
İkinci hafta da biraz daha derinlere indik.

En sevdiğim kısmı da 'ÇABASIZ ÇABA' kavramı oldu.

Bunu anlayabilmek için bir çeşit teslimiyet duygusu, tanık olabilmek ve izin verebilmeyi anlamak gerekiyor. Bütün bunlar hepimizde yüklü, hepimiz biliyoruz aslında. Ama neden uygulayamıyoruz? Bizi biz olmaktan alıkoyan ne oluyor. Zihin neden böyle doluyor, neden kendimiz olamıyoruz ya da hamal gibi yük taşıyoruz. Geçmişin yüklerini, geleceğin endişelerini neden böyle taşıyoruz. 

Değişim bir 'An'. 
Öyle güzel bir örnekle açıkladı ki konuşmacılardan birisi bir katılımcının sorusunu... 
Dedi ki;

''Zihin karanlık bir kutu. 
Biz burda onda bir çatlak oluşturucaz ve ordan minik bir ışık huzmesi süzülücek. 
Ve karanlığa bir kere ışık dolmaya başladıktan sonra o kutu eninde sonunda aydınlanacak, 
merak etme. 
'Fark'ettiğin her şey iyileşir.''

İnsanların temsil sistemlerini konuştuk. Kimimiz dokunsal, kimimiz işitsel, kimimiz de görseliz. Aslında tüm temsil sistemleri hepimizde var ama bazılarımızda bazıları baskın bazıları da çok düşük. Sahip olduğumuz yetilere göre davranıyoruz aslında sadece, yani doğru/yanlış ya da iyi/kötü yapmıyoruz. Evet bazılarımızda bazı sistemler bozulmuş olabiliyor ama bu da yargılama/yargılanma gerektirmiyor. Maskeler, olayların nasıl da içinden işimize gelen kısımlarını seçip diğerlerini silip, genelleştirdiğimizi konuştuk. İlüzyonun ve hakikatin üstünde durduk. 
Eve döndüğümüzde de Serhat'la uzun uzun konuşuyoruz. 

Hani hepimiz bazen fazla eşyalarımızı atar, evde ne var ne yoksa girişip düzenleriz ya; bu program da bana bildiğim ve bildiğimi sandığım her şeyi düzenleme bilinci verdi. Hiç huyum olmayan ama taşıdığım şeyleri atmamı, yanlış yere koyduğum fikirlerimi düzeltmemi, 
inançlarımı hatırlamamı sağladı.

Her dersin ödevleri oluyor. 
Son dersin ödevi;
'TANIK OLMAK' ve 'SEVGİ NEDİR, ÜSTÜNE DÜŞÜNMEK'

Yaşamımıza gerçekten tanık olabiliyor muyuz? 
Farkına varabiliyor muyuz hikayenin ve ardındaki gerçeğin?

⇷ ❤︎ ⇸





18 Kasım 2018 Pazar

Be Brave + Create ❤︎


İkilemlerden oluşan süreçler herkesin oluyor, değil mi?

Hem duygusal olarak emin olamamak, hem tam cesaret edememek hem de aslında eminmiş gibi hissederken uçurumdan düşer gibi kendini olmadığın bir yerde bulmak gibi.

Çoğu zaman pusulam ve en büyük yol göstericim 'oluş'lar oluyor. 

Yani ne demek istiyorum 'oluş'lar derken?

Tam kelimeyi bulmakta zorlandım çünkü, 'işaretler', 'yaşam', 'evren'... demeyi düşündüm. 
'güç' de olabilirdi. 
Ama gün içinde olanlardan da  bahsetmek istediğim için 'oluş'lar uygun gibi geldi. 

30lu yaşlarımda kendimle hesaplaşmalarım biraz daha sert geçiyor daha öncelere kıyasla. İçimde hem kendimi hem yaşamı durmadan sorgulayan bir mekanizma var gibi. 

Bu sorgulamalar sırasında bazen adım adım bilinçli keşifler olduğu gibi bazen de yaşam tarafından DAN diye kafaya inen keşifler de olabiliyor, bu yaz ki hastalığım ve sonrasında çorap söküğü gibi ardı ardına sıralanan olaylar gibi. İşte 'oluş'lar da öğrendiğim derslerden biri. 
Herkesin yerine kendini koyup, herşeyi düşündüğünü sanırken aslında çok da şeyden haberin olmayabiliyor. Olacak olan şeyleri hesaplayamıyorsun ve olacak olan oluyor. 
Tercih etsen de etmesen de...

Ve 'oluş'lar sana evrenin yanıtları gibi oluyor. Hiçbirşey boşuna olmuyor. Hiçbir sözcüğü boşuna duymuyorsun, hayat sana tepside sunar gibi bu 'oluş'ları sunuyor ve henüz tecrübelerinden ders almadıysan başına gelenlere çevrendekilerin sebep olduğunu sanıyorsun. 

Bu herşeyden de sen sorumlusun demek değil. 
Ama yaşam seninle konuşuyor ve dili bu 'oluş'lar diye düşünüyorum. Doğru yoldasın ya da değilsin gibi. Don Miguel Ruiz'in Bilginin Sesi kitabındaki hikayeler gibi, herkesin seninle ilgili bir hikayesi ve senin herkesle ilgili bir hikayen olması gibi değil ama demek istediğim. Kişi temelli yaşadıklarından büyük dersler çıkaramıyorsun çünkü bu kişinin hikayesi sonucu oluyor. Ama 'olaylar ve sonuçlar' yaşamın sana sunduğu yanıtlar ve dersler oluyor. 

Kişi odaklı değil de yaşam odaklı olduğunda da bu defa yeni bir dil öğrenmiş gibi oluyorsun. 
Sana yanıt veren bir canlı gibi oluyor yaşam.
'oluş'lar sana söylüyor; 'tam da doğru yerdesin, tam da yapman gerektiği gibi yaptın'. 
Ya da 'burda olmaman gerekiyordu', 'senin için doğru olan bu değildi', 'daha zamanı gelmedi' gibi.

Anladığın zaman üzülecek ya da hayalkırıklığı yaşayacak bir durum olmadığını hissediyorsun, ve yapabileceğinin en iyisini yaparak yoluna devam ediyorsun. 
Bir zaman sonra sana benzer kişilerle buluyorsun kendini. 

Geçen gün bir arkadaşım çok tatlı bir yorum yaptı; 
'Bazen teslimiyet en güzeli. Kendini dışardan izleyip yaşadıklarını kabul edebilmek onların üstesinden gelmene yardımcı olur. Üzülebilirsin, üzülmek yanlış değil. Ya da ortada üzülen birisi veya üzüntü varsa ille bu konuyu çözmek zorunda değilsindir. Biraz zaman verip, üzüntü yaşanılmalı ve bu konuyu aşmak en iyisidir. Olabilir.''

Puzzle gibi inandıkların ve yaşadıkların birbirine örtüştüğünde rahatlıyorsun. 
Örtüşmediğinde anlamlandıramıyorsun ve bir çeşit panik yaşıyorsun, ben de öyle oluyor yani. 
Ve böyle olduğunda hep 'hemen çözmeliyim, huzursuzluğu ortadan kaldırmalıyım, herkesin bir şekilde memnun olmasını sağlamalıyım' dürtümle yola çıkıyordum.

Ama artık daha sakinim. Olabilir demeyi öğreniyorum. Üzülebilirim. Bazen üzen ben de olabilirim. Hiçkimse her zaman iyi olamaz, ben de olamam. Beni önemsediğini bildiğim insanlar da her zaman iyi olamaz. Daha önce bu teslimiyet duygusunu anlamış olduğumu sanıyordum ta ki anlamış gibi yaptığımı farkedene kadar.

Bu yazdıklarımla bir de cesaret olgusunu çarptığım zaman eşittir 'hadi bakalım yeni hayat' oldu benim için :) Kendimle baş başa, keşiflerle dolu, heyecanlı ve sanki sihirli. Zamanın hızı bile değişmiş gibi geliyor, serhoşko da yaşamın 'oluş'ları gibi bir diğer pusula rolünde hayatımda. Bazen uçuyoruz bazen düşüyoruz ama her seferinde bir şey öğreniyoruz birlikte. 

Ama biliyoruz; bu benim yolum, o da onun yolu.
Sadece yanımızda olabiliriz birbirimizin, yön veremeyiz ya da eleştiremeyiz.

Yani Nihoşko,
demek istediğim; cesur ol ve atla denize nasıl olsa yüzüyorsun. 
Islanmayı ve üşümeyi de çok dert etme, yaşam bu çünkü. 

❤︎




6 Eylül 2018 Perşembe

CESARET


Evet sadece cesaretti ihtiyacım olan.

İşler çok fena sarpa sarabiliyordu yaşamda, hiç de planlamadığım gibi gidiyordu herşey. en istemediğim ve olmadığım, haketmediğim pozisyonda bulmuştum kendimi.

Ama neydi; yeniden hatırlamıştım.

Yaşama ve evrene güveniyordum ben.

Herkesin ve herşeyin olması gerektiği gibi olduğuna, zamanın herşeyi gösterdiğine tüm hücrelerimle inanmasam çoktan vazgeçerdim tüm inandıklarımdan ve hayallerimden, iç dünyamdan.
Öyle inanılmaz bir hayat tecrübelerim yok,  kimseye bilmişlik yapacak değilim;
ama kendi yaşıma, yaşadıklarıma göre bir yolum var. Değerlerim var.

Çok şükür herşey için.

Olmuş olan ve olacak olan için teşekkür ederim.

❤︎

18 Temmuz 2018 Çarşamba

Bunu Kutlamalıydım ❤


Bana neler olduğunu anlatmaya çalışıcam şimdi.

Yaklaşık 5 hafta önce hayallerini kurduğum bir iş teklifi aldım çok sevdiğim mimar bir arkadaşımdan; bana yeniden restore edilen bir otelin ahşap zeminine mandala çizmemi teklif etti. Hatta ben ilk başta kabul etmeye cesaret edemedim çünkü daha önce hiç yapmamıştım ve yaklaşık 70 metrekare bir alandı. Ama arkadaşım beni yüreklendirdi, ''ya sen yaparsın 1-2 gün düşün sen arıcam yine ben seni'' dedi.

Biraz araştırdım, pinterestten baktım çizimler yaptım falan cesaretlendim; dedim ki ''tamam, ben bunu yaparım.'' Zaten daha zaman vardı, 1-2 ay içinde yapıcaktım. Bi çaresini bulurdum.

Aradan zaman geçti bir gün Hilal aradı; 'Nihan, o gün bugün :)'' dedi. Ayy çok heyecanlıydı. Neyse önce bir keşife gittim, asıl mimarla el sıkıştık; acaip de güzel bir para teklif ettiler; benim kafamdakinin 10 katı falan. Ve dedi ki; ''Bu da sanatçı olduğun için..''

Yani bu rakamlar, bu işin içeriği, sanatçı olarak tanımlanmak... 
Bunlar benim çocukluk hayalimdi.

İçim içime sığmadı, gözüme uyku girmedi. Serhoşko da bana çok yardım etti ve 3 günde bitirdik işi, teslim ettik. Herkes bu süre içinde o kadar beğendi, o kadar güzel yorumlarını paylaştı ki... 
Bu 3 günün bana verdiği hisleri ömrüm boyunca bir milat gibi hatırlayacağım. 

Derken :) bir başka kişi benim çizimimi görüp arkadaşımdan numaramı istedi ve beni arayıp bu defa kids club kısmının içindeki duvarlara çizim yapmamı teklif ett, aynı paraya hem de :)

Allahım :)

Ve tamamen benim hayal gücüme bıraktı. 

Tabii aynı zamanda ben çok da endişe ve kaygılıydım çünkü yapıcam ama ilk defa yapıcağım için o kadar büyük beğenilmeme ve başarısız olma korkusu yaşıyorum ki. Bazı şekilleri çizerken nefesimi tutuyorum, kesinlikle dinlenmiyorum ve hatta su bile içmedim 2. işimde.

Ve işte hikaye de burda başlıyor.

Cumartesi günü öğleden sonraydı, işi teslim ettik. Jet hızıyla bir müşterimizin açılışına izmire ışınlandım. (arada eve uğrayıp çok hızlı duş aldım.) Açılışta da rolümüz büyüktü çünkü onların danışmanlarıydık, güzel bir şeyi temsil ediyorduk ve duruşumuz önemliydi.

Biraz erken ayrıldık, ertesi gün seçim günüydü, yine izmire gelip oylarımızı kullandık. 
Dönüşte ben halsizleşmeye başladım. Birşeyler yemek için bir yere oturduk, alel acele ne yedim hatırlamıyorum Serhat'a dedim ki; ''ben arabada biraz uzansam seni orda beklesem olur mu?'' o sıcakta arabada biraz dinlendim. Eve geldik.  Ertesi gün aile hekimine gidelim dedik belki ilaç yazar. Doktor muayene etti, idrar testi yaptı, temiz çıktı, ''sen yanlış pozisyonda uzun süre kalarak güneş altında mı çalıştın?'' dedi :) 
Oha dedim :) 
O kadar belli miydi halimden.  
O gün akciğerlerim sanki kasılmış gibiydi ve kesinlikle derin nefes alamıyordum, biraz nefesi zorlayınca öksürük krizine giriyordum o da aşırı derecede canımı yakıyordu.

Vücudumun mineral kaybettiğini söyledi, magnezyum tableti verdi. 
Çok su içmemi ve dinlenmemi söyledi.

Ertesi gün ben daha kötü oldum. 

Bu defa hastaneye gittik. 
Acilde bir kaç kötü deneyimden sonra dahiliyeden randevu aldık. Ve doktor ''hemen hastaneye yatış yapıyoruz'' dedi. Ben önce ne kadar abattı diye düşündüm içimden. Çok moralim bozuldu odaya girip bileklik takılıp damar yolu açılınca. Kanlar alındı hemen, bir de benim damarlarım aşırı ince hep aynı şeyi yaşarım. O iğneyle delik deşik edilir kolum, hemşire panikler... İlk gece ateşim 39,5-40 hatta 40,5. Serhat başımda soğuk sulu bezlerle beni serinletmeye çalıştı sabaha kadar, ilaçlar etki etmedi. Soğuk duş aldırdı bana bir kaç kere. 

Böyle tam 6 gün hastanede kaldım. 

Arada izinli eve gitmeme müsade ettiler kolumda damar yoluyla. İçtiğim bir antibiyotik de dokundu, daha kötü yaptı beni. Bir gün psikiyatra gönderdiler bana sakinleştirici verdi. Çünkü benim göğsüm iyice sıkıştı ve ben yatay pozisyona gelince nabzım 130lara gelip öksürük krizine girmeye başladım ve ciğerlerimde aslında bir sıkıntı yoktu, tamamen psikolojikmiş. 6 gece uyumadım.

Başıma gelen de şuymuş; 
vucüdumun, yorgunluk ve su kaybına bağlı olarak sıvı elektrolit (iyon) dengesi iflas etmiş. 
Güneş çarpmasının bir kaç tık üstü. Bu şekilde ölen insanlar varmış, inanırım çünkü ben ne böye birşey yaşamıştım ne de duymuştum. 5 kilo verdim. 
(55 kiloyken 5 kilo verince %11 kilo kaybı demek oluyor, ya kikiriğim çıktı.)

Zaten çok kısa bir süre önce ikinci düşüğümü yaşamıştım ve çok yüzeyseldi atlatma sürecim, büyütmedim ama ne hissettiğimi de anlayamadım.

Çok üst üste geldi.

Kimi insan trafik kazası geçirir, kimi kalp krizi; bir dönemeçten geçerler ve artık aynı kişi değildirler. Ben de kendimi öyle hissediyorum.

O geceler de uyumazken ve halüsinasyon görmezken hayatım gözümün önünden geçti hep. Kendimi gördüm, yaşantımı gördüm, eksik yanlarımı, güzel yanlarımı... 
Ve kendime sahip çıkaya karar verdim. 

Çok korktum. 
Bir daha sağlıklı olamıcağıma inanmaya başladım. Yatamıyordum, gülümseyemiyordum bile, konuşmak gelmiyordu içimden. Sanki ruhum çekilmişti. Silinmiştim sanki.

Bir gece kalktım kağıda şekiller çizdimi geometrik noktalar çizgiler. Tamam dedim şimdi anladım, burası kaynaktan beslenemiyor, tıkanmış burası bunu çözmem lazım :) Başka bir gece evde uçuşan simli kumaşlar görüyorum, üstümdeki t-shirte elliyorum ''aa tamam anladım, aynı bu kumaşmış'' diyorum. Zaten her gece sabaha kadar elimde fırça havaya birşeyler çiziyorum sanıyorum kendimi. Sanki dünyada değilmişim gibi. Sanki arada biryerlerde kabusla rüya karışımı bir boşluktayım.

Toplam 3 hafta sürdü. Çalışamadım. Zeynoşko idare etti herşeyi sağolsun.

Ve ben kendime dönüştüm.

İlk aldığım karar dünyasal oldu; tabii ki bundan sonra bol su içmek... 
Çünkü ben hiç susamazdım. Bazı günler hiç (gerçekten) su içmediğim bile oluyordu. Tuvalete girmeyi de sevmezdim zaten.

İkinci aldığım karar da parlamak oldu. 
Bundan sonra kendi ışığımın kıymetini bilicem, sevdiklerimin de, yapabileceklerimin de , gücümün de... Sanki içimde yanan mum bitti ben söndüm de yepyeni daha büyük bir mumum var artık. 
Ve serhoşkom, o benim ışığım. Ve ailem, gücüm.

Herşey için teşekkür ederim.

Bunu kutluyorum ve kendimi çok şanslı hissediyorum.


9 Eylül 2017 Cumartesi



Peki hayat nasıl gidiyor?

Hayaller ne alemde, gerçekler ne durumda... 
Mutlu muyuz?

İnsan kendine bunları sormalı hep. 
Neresindeyim. Ne isterim. Ne üretebilirim ben.

Yoksa; O neden bunu dedi, o neden bunu yapmadı, o neden öyle değil, onlar neden yine böyleler?
Ah, tam bir zaman kaybı.

Hep isterim ki; iç ışığım öyle parlasın ki, derinlerimdeki çarklar öyle hızlı işlesin ki, kendi enerjimi kendim üretebileyim, üretebildiğim gibi yayabileyim de. Öyle üretken olabileyim ki, sanki görünmez bir pelerinim varmış gibi ve ben gizli bi süper kahramanmışım gibi :) 

Öyle zengin olayım ki, öyle çok para kazanayım ki; 
gezegenin neresine istersem isteyim yanıma eeen sevdiklerimi alıp uçabileyim öyle uzun hesaplar yapmadan. Takvimlere değil, kalplere bakarak. Ya da birinin kirpiklerini süzülmüş gördüğümde hemen çözüvereyim sorunu, 'yaaa parasal şeylere hiç kafa takılır mıııı? Boşver ya :)'' diyim. 

''Para ne ki?'' olsun. 

İç müziğim hep ''chill out'' olsun, iç modum hep ''deep focus''.

Böyleee; Pırıl pırıl...

Urla'ya taşındığımızdan beri yeni yeni ayaklarım yere basıyor. 
O neydi aylarca evsiz, bi valizle bi gece orda bi gece orda. Ne kadar yorulduk 7 ay, ne kadar yıprandık. Ama değdi. 

Unuttum gitti.

Şimdi artık ''tamam ya abartma o kadar da'' iç sesi aşamasındayım. 
İç sesim haklı; evsizken de evsiz oluşumuzu hiç abartmamıştık. Çok normalmiş gibiydik hep :) Yani her gün aynı şeyleri giymek, birinin evinde yer yatağında veya koltukta uyumak, akşamları kendi kendine asla olmamak, hiç bir zaman tam anlamıyla kendini salamamak, hep misafirlikle ailecek kalabalık birlikte yaşamak arasında biryerlerde olmak o kadar normalleşmişti ki. 
Ve hep söylüyorum biz çok şanslıydık çünkü bizdeki 2 abi 2 abla ve 3 yeğen kombini gerçekten dünyanın en güzel ailesi. 
Hep çok şükrediyorum.

Demek istediğim; ev, bahçe, sahip oldukların, maddeler. Bunlar mutluluk sebebi değiller. Bunlar belki etken faktör ama mutluluk sebebi yürekte. Sevdiklerinde. Ve kendini ne kadar sevdiğinde.
Ait olduğun yer fiziken olduğun yer değil, veya içinde bulunduğun ortam değil. 
Ait olduğun yer düşünce biçimin. Nelere ışık tuttuğun.

Son zamanlarda dinlediğim bir meditasyon uygulaması var ve çok hoşuma giden bir benzetme var bir meditasyonunda. Şöyle;

Bir bahçe düşün. Bahçenin bazı yerlerinde çok güzel çiçekler var, bazı yerlerinde hiç görmek bile istemediğin ayrık otları. Ve sen hangisini sularsan tabii ki onlar daha çok güçleniyor ve büyüyorlar. Ve bir zaman geliyor ki bahçeyi en çok suladığın bitkiler sarıyor. 
Mesela güzel çiçekleri suluyorsun ve bahçe rengarenk çiçeklerle doluyor. Ayrık otları da hala ordalar ama bahçen o kadar güzel ve sen o kadar çok seviyorsun ki seni rahatsız etmiyor. Söküp atıyorsun sadece gördükçe.
Veya tam tersini düşün, durmadan ayrık otlarını suluyorsun ve sahip olduğun güzel çiçekler büyüyemezken bütün bahçeyi ayrık otları sarıyor. Aslında asla istemeyeceğin birşey bahçenin ayrık otları ile kaplanması ama sen onları suladıkça doğal olarak büyüdüler ve bahçen ayrık otları ile doldu. 

İşte düşünce biçimimiz de bu kadar önemli.
Eğer durmadan memnun olmadığımız konular üzerinde durursak; onları düşünür, onları konuşursak hayatımız onlarla kaplanıyor. Güçlenirler ve artarlar. Çünkü onlara zaman harcarız. Bahsedilen psikolojik bir şey değil. Yani bahçen çiçek doluymuş gibi hayal etmek değil. Bahçenin çiçeklerle dolması için sen çiçeklerle ilgilenmelisin. Onları düşünmeli, onlarla zaman geçirmelisin. Eğer sahip olduğun güzelliklere rağmen durmadan sakız gibi sorunları konuşuyorsan ve sorunlarla haşır neşir oluyorsan konuşabileceğin daha fazla sorunla buluyorsun kendini. Daha fazla sorun, daha fazla problem. 

O yüzden iyi konulara odaklanmalı ve iyi konulara zaman ayırmalıyız. Bu demek değil ki sorunları görmezden gelelim, hiç konuşmayalım. Tam aksine onlara layık oldukları zamanı ayırıp söküp atalım ve lafını dahi etmeyelim. Nasıl olsa başka bir yerden başka bir sorun yine çıkacak ve onu da söküp atacağız. Bu bahçe ile ilgilenmenin vazgeçilmez gerçeği. Ayrık otu gördün mü söküp atarsın, ama durup durup da onlardan bahsetmezsin ve fazla da canını sıkmazsın.

Ama uzuuuun uzun begonvilin pembeliğinden, adaçayının yerini nasıl sevdiğinden, o portakal ağacının nasıl da filizlendiğinden bahsedebilirsin. Zeytin ağacının nasıl zeytin dolu olduğundan, ortancaların nasıl da sonra sonra yeniden dirildiğinden, yavru muz ağacının tuttuğundan, kaktüsün yavruladığından :) 

❤︎ ❤︎ ❤︎

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Evren Cesurları Sever ♡


18 Mayısta taşındık, artık evimiz var.
Urlaya yerleşmeyi başardık :)

Neredeyse 2 ay olacak taşınalı ve daha yeni yeni normalleşiyor hayat. 7 ay boyunca valizle, evimiz olmadan yaşadığımız sürede nasıl şartlamışsak kendimizi, daha yeni yeni salabiliyoruz. 

Şehir hayatından, kurumsal hayattan, kalabalıktan, biri olmaktan, trafikten, AVMlerden, bir anlamda sistemin parçası olmaktan kurtulduk, zincirlerimizi kırdık kendimizce. Bundan sonrası daha çetin artık, gerçek bir mücadele ve maceradayız artık. Yaşamı yaşayacağız. An'ı yaşayacağız. Bu ev bize ilham kaynağı olacak bundan sonraki inançlarımız ve mücadelelerimiz için. 

Hem bir sembol, hem yuva, hem hatırlatıcı.

Hiç birşey daha kolay değil aslında ama daha anlamlı ve daha gerçek. 
Bizim için önemliydi ve peşinden gittik. Güzel olan zaten ne yaptığımız ve neyin içinde olduğumuz da değil. ''Bizim için önemli olan''ın peşinden gidip, ne olursa olsun sabretmemizdi. 

Cesur olmamızdı.

Serhatın böyle müstakil ev ve daha doğal yaşam tecrübesi var; annesiyle bir süre Urla'da yaşamışlardı. Çok seviyor doğayla baş başa olmayı. 
Benim de neyse ki içimde bir pokahantas olduğu için rahat alışıyorum.

Doğruyu yapıyor olmanın verdiği çok garip bir ''iç his'' var. 
İçimdeki ben, bana telkinlerde bulunuyor gibi, sanki ''Artık burdasın, evindesin. Herşey yolunda. Merak etme'' der gibi. Sırtımı sıvazlarken benimle de gurur duyar gibi. Çünkü büyük değişimlerden geçtik. Büyük kararlar aldık. Ve aslında sadece kalbimizin sesini dinledik.

Son süreçte öğrendiğimiz çok şey oldu Serhoşkomla, çok okuduk, çok izledik, anlattık birbirimize. Birbirimize daha sarıldık, biraz yalnızlaştık, belki de birazcık içimize kapandık. 
Kendimizi daha güçlü hissediyorum. 
Evrenle olan bağımızın güçlendiğini, doğru tarafta olduğumuzu hissediyorum.

Neler okuduğumuz, neler duyduğumuz, öğrendiğimiz, hatta bildiğimiz önemli değil; içimizde ne HİSSETTİĞİMİZ önemli. Ne hissediyorsak, en derinlerimizdeki duygu halimiz, o en içten sadece kendi bildiğimiz neyse; o oluyor hayatta. Son öğrendiklerimiz, bildiğimizi sandıklarımız değil, ''iç hissimiz''i yaşıyoruz. 

Bilinçaltımız farklı bir dilden anlıyor. Kalp&Ruh dilinden. Ne sözcükler, ne konuşulanlar, ne düşünceler. O hislerimizi tanıyıp hislerimizi sayıyor. İyi hissediyorsak rahatlıyor, yorgun ya da zayıf hissediyorsak da peşpeşe sıkkınlıklar birbirini takip ediyor. Çünkü onu 'komut' olarak algılıyor. Çünkü bilinçaltımız da, evren de, hayat da, gezegen de, birbirimiz de; hepimiz birbirimize bağlıyız. Bir'iz. Çok mantıklı düşününce, hissedince. Zaten bunu hep şaşırarak yaşamıyor muyuz. Nasıl bir tesadüf bu dediğimiz çok şey yok mu. Hissetmiyor muyuz. 
Ama garip bir ısrarla unutmaya programlı gibiyiz bunu. 

Bu böyle.

Serhat ''ho'oponopono'' ile ilgili bir video açtı geçen gün. Daha önce ablam da uzun uzun bahsetmişti. Ben de bir iki yerde okumuştum. Ama her seferinde kelimeyi söyleyemedim. Tam anlamını da direk hatırlayamadım. Hayal meyal aklımda kalanlar olmuş sadece. Demek ki hissetmedim tam olarak ne olduğunu. Ama artık pek çok şey kafamda da oturuyor. 

Biliyorum ve kabul ediyorum. Ne yaşıyorsam, ne başıma geliyorsa bundan 'ben sorumluyum'. 
Çok şükür. Herşey için binlerce kere, binlerce kere, seni seviyorum, özür dilerim, lütfen beni affet, teşekkür ederim. 

''ho'oponopono'' gibi daha bir sürü fikir, öğreti, bir sürü inanç, bulgu, kitap, video...  Hepsi, bildiklerim ve bilemediklerim... Bir kısmı popüler kültür, bir kısmı trend, bir kısmı kadim bilgiler, bir kısmı mistik konular, bir kısmı din, bir kısmı da neyse ne... İnsan yüreğini rahatlatmalı, iyi gelen şeyleri yapmalı, kendine yakınlaşmalı. Çoğu şeye önyargım yok artık benim, etiketlemiyorum da hemen.

Hep Deepak Chopranın konçısnıs, konçısnıskonçısnıs ile başlayan cümleleri geliyo zihnime :) 

(*consciousness)

Ne kadar harika ki içimizde evrenin gücünü taşıyoruz, kalplerimiz sınırsız. 
Sevmek sınırsız. 
Hayal etmek sınırsız.



*''ho'oponopono'' merak edenler ----->   Zero Limit - Joe Vitale, Dr.Ihaleakala Hew Len



23 Şubat 2017 Perşembe



İyi Şeyler :)

Bu akşam büyükbabam babamı aradı, 
telefonu iyi akşamlar ya da iyi günler diye açarsın ya normalde; 
büyükbabam ‘’iyi şeyler’’ diye açmış bulundu yanlışlıkla, dili dönmedi ‘iyi şeyler’ deyiverdi :) 

Ben de çok seviverdim bu girişi..

Herşeyin gözüme çok tatlı göründüğü, sebepsiz yere içimden mutlu olduğum, kendimi evrenden bir parça gibi hissettiğim; öyle ferah geniş ‘his’settiğim bir zamanda şurda bir yazım dursun kenarda istedim ondan yazıyorum bu akşam. 

Böyle bir akşamdan ‘İyi Şeyler’ size :)

Evimizin olmadığı 128. gün.

Ama artık su basmanımızın tuğladan kalıpları, izolasyon yalıtımı ve en alt katmanındaki betonu var :) Büyük gelişme bence, yerimiz sınırımız belli en azından :) Misafir bile ağırladık haftasonu evimizde. Pazar günü çok sevdiğimiz İbrahim abiler ve Ulaşlar geldi farklı saatlerde, biz çünkü tüm gün inşaattaydık, gazbeton tuğlasının bi parçasıyla beton zemine odaların duvarlarını, koltukları, klozetin ve duşun yerlerini falan çizmekle meşguldük. Cumartesi de ordaydık. 

Ev olmadan yaşam nasıl mı gidiyor.

Şikayet edeceğim hiçbir şey yok, binlerce kere çok şükür. Sadece gündüz enerjim düşüp akşam kendimi sadece eve atıp yalnız kalmak istediğim 1-2 sefer oldu, o seferler azcık koymuştu o günler ama ertesi günlerde de geçti hemen. Şapsik bi durum. Genelde her zamankinden daha iyi olman gerekebiliyo evinde değilken. Ve biz çok şanslıyız çünkü kendi kardeşlerimizin evinde kendi evimizde gibiyiz. Başka türlü böyle bir dönemin pek altından kalkamazdık, sağolsunlar.

Ama Ev… ’EV’ ne özel, ‘EV’ ne önemli.

Dün inşaata gittiğimizde o kuşlar ötüyodu yine; iri, şişman, siyah sürü halinde gezenler. Çıldırmış gibi şarkı söyleyerek ötenler. Onların sesini duyunca ’sorun yok, herşey yolunda’ dedim içimden. 
Kafamı gökyüzüne kaldırdım, derin nefes aldım…

Hayat ne güzel dedim.

“hücrelerine kadar derinlemesine hissetmek ve zihnine kazımak.”
Öyle anlar biriktirmek güzel, değer bilmek güzel.