9 Eylül 2017 Cumartesi



Peki hayat nasıl gidiyor?

Hayaller ne alemde, gerçekler ne durumda... 
Mutlu muyuz?

İnsan kendine bunları sormalı hep. 
Neresindeyim. Ne isterim. Ne üretebilirim ben.

Yoksa; O neden bunu dedi, o neden bunu yapmadı, o neden öyle değil, onlar neden yine böyleler?
Ah, tam bir zaman kaybı.

Hep isterim ki; iç ışığım öyle parlasın ki, derinlerimdeki çarklar öyle hızlı işlesin ki, kendi enerjimi kendim üretebileyim, üretebildiğim gibi yayabileyim de. Öyle üretken olabileyim ki, sanki görünmez bir pelerinim varmış gibi ve ben gizli bi süper kahramanmışım gibi :) 

Öyle zengin olayım ki, öyle çok para kazanayım ki; 
gezegenin neresine istersem isteyim yanıma eeen sevdiklerimi alıp uçabileyim öyle uzun hesaplar yapmadan. Takvimlere değil, kalplere bakarak. Ya da birinin kirpiklerini süzülmüş gördüğümde hemen çözüvereyim sorunu, 'yaaa parasal şeylere hiç kafa takılır mıııı? Boşver ya :)'' diyim. 

''Para ne ki?'' olsun. 

İç müziğim hep ''chill out'' olsun, iç modum hep ''deep focus''.

Böyleee; Pırıl pırıl...

Urla'ya taşındığımızdan beri yeni yeni ayaklarım yere basıyor. 
O neydi aylarca evsiz, bi valizle bi gece orda bi gece orda. Ne kadar yorulduk 7 ay, ne kadar yıprandık. Ama değdi. 

Unuttum gitti.

Şimdi artık ''tamam ya abartma o kadar da'' iç sesi aşamasındayım. 
İç sesim haklı; evsizken de evsiz oluşumuzu hiç abartmamıştık. Çok normalmiş gibiydik hep :) Yani her gün aynı şeyleri giymek, birinin evinde yer yatağında veya koltukta uyumak, akşamları kendi kendine asla olmamak, hiç bir zaman tam anlamıyla kendini salamamak, hep misafirlikle ailecek kalabalık birlikte yaşamak arasında biryerlerde olmak o kadar normalleşmişti ki. 
Ve hep söylüyorum biz çok şanslıydık çünkü bizdeki 2 abi 2 abla ve 3 yeğen kombini gerçekten dünyanın en güzel ailesi. 
Hep çok şükrediyorum.

Demek istediğim; ev, bahçe, sahip oldukların, maddeler. Bunlar mutluluk sebebi değiller. Bunlar belki etken faktör ama mutluluk sebebi yürekte. Sevdiklerinde. Ve kendini ne kadar sevdiğinde.
Ait olduğun yer fiziken olduğun yer değil, veya içinde bulunduğun ortam değil. 
Ait olduğun yer düşünce biçimin. Nelere ışık tuttuğun.

Son zamanlarda dinlediğim bir meditasyon uygulaması var ve çok hoşuma giden bir benzetme var bir meditasyonunda. Şöyle;

Bir bahçe düşün. Bahçenin bazı yerlerinde çok güzel çiçekler var, bazı yerlerinde hiç görmek bile istemediğin ayrık otları. Ve sen hangisini sularsan tabii ki onlar daha çok güçleniyor ve büyüyorlar. Ve bir zaman geliyor ki bahçeyi en çok suladığın bitkiler sarıyor. 
Mesela güzel çiçekleri suluyorsun ve bahçe rengarenk çiçeklerle doluyor. Ayrık otları da hala ordalar ama bahçen o kadar güzel ve sen o kadar çok seviyorsun ki seni rahatsız etmiyor. Söküp atıyorsun sadece gördükçe.
Veya tam tersini düşün, durmadan ayrık otlarını suluyorsun ve sahip olduğun güzel çiçekler büyüyemezken bütün bahçeyi ayrık otları sarıyor. Aslında asla istemeyeceğin birşey bahçenin ayrık otları ile kaplanması ama sen onları suladıkça doğal olarak büyüdüler ve bahçen ayrık otları ile doldu. 

İşte düşünce biçimimiz de bu kadar önemli.
Eğer durmadan memnun olmadığımız konular üzerinde durursak; onları düşünür, onları konuşursak hayatımız onlarla kaplanıyor. Güçlenirler ve artarlar. Çünkü onlara zaman harcarız. Bahsedilen psikolojik bir şey değil. Yani bahçen çiçek doluymuş gibi hayal etmek değil. Bahçenin çiçeklerle dolması için sen çiçeklerle ilgilenmelisin. Onları düşünmeli, onlarla zaman geçirmelisin. Eğer sahip olduğun güzelliklere rağmen durmadan sakız gibi sorunları konuşuyorsan ve sorunlarla haşır neşir oluyorsan konuşabileceğin daha fazla sorunla buluyorsun kendini. Daha fazla sorun, daha fazla problem. 

O yüzden iyi konulara odaklanmalı ve iyi konulara zaman ayırmalıyız. Bu demek değil ki sorunları görmezden gelelim, hiç konuşmayalım. Tam aksine onlara layık oldukları zamanı ayırıp söküp atalım ve lafını dahi etmeyelim. Nasıl olsa başka bir yerden başka bir sorun yine çıkacak ve onu da söküp atacağız. Bu bahçe ile ilgilenmenin vazgeçilmez gerçeği. Ayrık otu gördün mü söküp atarsın, ama durup durup da onlardan bahsetmezsin ve fazla da canını sıkmazsın.

Ama uzuuuun uzun begonvilin pembeliğinden, adaçayının yerini nasıl sevdiğinden, o portakal ağacının nasıl da filizlendiğinden bahsedebilirsin. Zeytin ağacının nasıl zeytin dolu olduğundan, ortancaların nasıl da sonra sonra yeniden dirildiğinden, yavru muz ağacının tuttuğundan, kaktüsün yavruladığından :) 

❤︎ ❤︎ ❤︎

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Evren Cesurları Sever ♡


18 Mayısta taşındık, artık evimiz var.
Urlaya yerleşmeyi başardık :)

Neredeyse 2 ay olacak taşınalı ve daha yeni yeni normalleşiyor hayat. 7 ay boyunca valizle, evimiz olmadan yaşadığımız sürede nasıl şartlamışsak kendimizi, daha yeni yeni salabiliyoruz. 

Şehir hayatından, kurumsal hayattan, kalabalıktan, biri olmaktan, trafikten, AVMlerden, bir anlamda sistemin parçası olmaktan kurtulduk, zincirlerimizi kırdık kendimizce. Bundan sonrası daha çetin artık, gerçek bir mücadele ve maceradayız artık. Yaşamı yaşayacağız. An'ı yaşayacağız. Bu ev bize ilham kaynağı olacak bundan sonraki inançlarımız ve mücadelelerimiz için. 

Hem bir sembol, hem yuva, hem hatırlatıcı.

Hiç birşey daha kolay değil aslında ama daha anlamlı ve daha gerçek. 
Bizim için önemliydi ve peşinden gittik. Güzel olan zaten ne yaptığımız ve neyin içinde olduğumuz da değil. ''Bizim için önemli olan''ın peşinden gidip, ne olursa olsun sabretmemizdi. 

Cesur olmamızdı.

Serhatın böyle müstakil ev ve daha doğal yaşam tecrübesi var; annesiyle bir süre Urla'da yaşamışlardı. Çok seviyor doğayla baş başa olmayı. 
Benim de neyse ki içimde bir pokahantas olduğu için rahat alışıyorum.

Doğruyu yapıyor olmanın verdiği çok garip bir ''iç his'' var. 
İçimdeki ben, bana telkinlerde bulunuyor gibi, sanki ''Artık burdasın, evindesin. Herşey yolunda. Merak etme'' der gibi. Sırtımı sıvazlarken benimle de gurur duyar gibi. Çünkü büyük değişimlerden geçtik. Büyük kararlar aldık. Ve aslında sadece kalbimizin sesini dinledik.

Son süreçte öğrendiğimiz çok şey oldu Serhoşkomla, çok okuduk, çok izledik, anlattık birbirimize. Birbirimize daha sarıldık, biraz yalnızlaştık, belki de birazcık içimize kapandık. 
Kendimizi daha güçlü hissediyorum. 
Evrenle olan bağımızın güçlendiğini, doğru tarafta olduğumuzu hissediyorum.

Neler okuduğumuz, neler duyduğumuz, öğrendiğimiz, hatta bildiğimiz önemli değil; içimizde ne HİSSETTİĞİMİZ önemli. Ne hissediyorsak, en derinlerimizdeki duygu halimiz, o en içten sadece kendi bildiğimiz neyse; o oluyor hayatta. Son öğrendiklerimiz, bildiğimizi sandıklarımız değil, ''iç hissimiz''i yaşıyoruz. 

Bilinçaltımız farklı bir dilden anlıyor. Kalp&Ruh dilinden. Ne sözcükler, ne konuşulanlar, ne düşünceler. O hislerimizi tanıyıp hislerimizi sayıyor. İyi hissediyorsak rahatlıyor, yorgun ya da zayıf hissediyorsak da peşpeşe sıkkınlıklar birbirini takip ediyor. Çünkü onu 'komut' olarak algılıyor. Çünkü bilinçaltımız da, evren de, hayat da, gezegen de, birbirimiz de; hepimiz birbirimize bağlıyız. Bir'iz. Çok mantıklı düşününce, hissedince. Zaten bunu hep şaşırarak yaşamıyor muyuz. Nasıl bir tesadüf bu dediğimiz çok şey yok mu. Hissetmiyor muyuz. 
Ama garip bir ısrarla unutmaya programlı gibiyiz bunu. 

Bu böyle.

Serhat ''ho'oponopono'' ile ilgili bir video açtı geçen gün. Daha önce ablam da uzun uzun bahsetmişti. Ben de bir iki yerde okumuştum. Ama her seferinde kelimeyi söyleyemedim. Tam anlamını da direk hatırlayamadım. Hayal meyal aklımda kalanlar olmuş sadece. Demek ki hissetmedim tam olarak ne olduğunu. Ama artık pek çok şey kafamda da oturuyor. 

Biliyorum ve kabul ediyorum. Ne yaşıyorsam, ne başıma geliyorsa bundan 'ben sorumluyum'. 
Çok şükür. Herşey için binlerce kere, binlerce kere, seni seviyorum, özür dilerim, lütfen beni affet, teşekkür ederim. 

''ho'oponopono'' gibi daha bir sürü fikir, öğreti, bir sürü inanç, bulgu, kitap, video...  Hepsi, bildiklerim ve bilemediklerim... Bir kısmı popüler kültür, bir kısmı trend, bir kısmı kadim bilgiler, bir kısmı mistik konular, bir kısmı din, bir kısmı da neyse ne... İnsan yüreğini rahatlatmalı, iyi gelen şeyleri yapmalı, kendine yakınlaşmalı. Çoğu şeye önyargım yok artık benim, etiketlemiyorum da hemen.

Hep Deepak Chopranın konçısnıs, konçısnıskonçısnıs ile başlayan cümleleri geliyo zihnime :) 

(*consciousness)

Ne kadar harika ki içimizde evrenin gücünü taşıyoruz, kalplerimiz sınırsız. 
Sevmek sınırsız. 
Hayal etmek sınırsız.



*''ho'oponopono'' merak edenler ----->   Zero Limit - Joe Vitale, Dr.Ihaleakala Hew Len



23 Şubat 2017 Perşembe



İyi Şeyler :)

Bu akşam büyükbabam babamı aradı, 
telefonu iyi akşamlar ya da iyi günler diye açarsın ya normalde; 
büyükbabam ‘’iyi şeyler’’ diye açmış bulundu yanlışlıkla, dili dönmedi ‘iyi şeyler’ deyiverdi :) 

Ben de çok seviverdim bu girişi..

Herşeyin gözüme çok tatlı göründüğü, sebepsiz yere içimden mutlu olduğum, kendimi evrenden bir parça gibi hissettiğim; öyle ferah geniş ‘his’settiğim bir zamanda şurda bir yazım dursun kenarda istedim ondan yazıyorum bu akşam. 

Böyle bir akşamdan ‘İyi Şeyler’ size :)

Evimizin olmadığı 128. gün.

Ama artık su basmanımızın tuğladan kalıpları, izolasyon yalıtımı ve en alt katmanındaki betonu var :) Büyük gelişme bence, yerimiz sınırımız belli en azından :) Misafir bile ağırladık haftasonu evimizde. Pazar günü çok sevdiğimiz İbrahim abiler ve Ulaşlar geldi farklı saatlerde, biz çünkü tüm gün inşaattaydık, gazbeton tuğlasının bi parçasıyla beton zemine odaların duvarlarını, koltukları, klozetin ve duşun yerlerini falan çizmekle meşguldük. Cumartesi de ordaydık. 

Ev olmadan yaşam nasıl mı gidiyor.

Şikayet edeceğim hiçbir şey yok, binlerce kere çok şükür. Sadece gündüz enerjim düşüp akşam kendimi sadece eve atıp yalnız kalmak istediğim 1-2 sefer oldu, o seferler azcık koymuştu o günler ama ertesi günlerde de geçti hemen. Şapsik bi durum. Genelde her zamankinden daha iyi olman gerekebiliyo evinde değilken. Ve biz çok şanslıyız çünkü kendi kardeşlerimizin evinde kendi evimizde gibiyiz. Başka türlü böyle bir dönemin pek altından kalkamazdık, sağolsunlar.

Ama Ev… ’EV’ ne özel, ‘EV’ ne önemli.

Dün inşaata gittiğimizde o kuşlar ötüyodu yine; iri, şişman, siyah sürü halinde gezenler. Çıldırmış gibi şarkı söyleyerek ötenler. Onların sesini duyunca ’sorun yok, herşey yolunda’ dedim içimden. 
Kafamı gökyüzüne kaldırdım, derin nefes aldım…

Hayat ne güzel dedim.

“hücrelerine kadar derinlemesine hissetmek ve zihnine kazımak.”
Öyle anlar biriktirmek güzel, değer bilmek güzel.



1 Şubat 2017 Çarşamba

Bir arsanın biyografisi :)


1 Şubat 2017
Bugün tarihe geçsin lütfen.

Süreci kısaca özetliyorum;

09/ 2015; Urladan arsa aldık,
10/ 2015: Anıtlar kuruluna sit alanından çıkması için arkeolojik kazı başvurusu yaptık,

03/ 2016: Anıtlar kurulu kazısı için sıra geldi, Arkeologlar eşliğinde kazı başladı
                (12 gün sürdü)
06/ 2016: Kazı arkeologlar eşliğinde kapatıdı,
07/ 2016: Evimizi sattık, 3 ay daha oturacak şekilde anlaştık, 
07/ 2016: Ahşap firması ile ev yapmaları için anlaştık,
09/ 2016: Mimarla anlaşıp proje sürecini başlattık,
10/ 2016: Evden çıkıp eşyaları depoya koyduk, Kuşadasından eşyalı ev kiraladık,
12/ 2016: Kuşadasındaki eve hiç gidemediğimiz için bıraktık. 1 valiz eşya hazırladık kendimize.

02/ 2017: İnşaat ruhsatımızı verdiler.     
04/2017: İnşallah artık evimiz olucak.

Binlerce kere çok şükür inşaat ruhsatımızı verdiler. 5 aydır bunu bekliyoruz ve son 3 aydır, evimiz olmadığından beri beklemek hiç kolay olmadı. Anıtlar kuruluna ilk kazı için başvurduğumuzda kurul müdürü çocuklar sizi zorlu bir süreç bekliyor, kolay işler değil demişti. Biz sırıta sırıta olsun demiştik :)   

Oldu :)

Bile bile tercih yaptık neyse ki, nasıl olsa sayılı zaman dedik, çocuğumuz da yokken atmazsak bu adımı ne zaman atarız bi daha dedik, tecrübe olur, anı olur dedik. Ve öyle de oldu.

Hala önümüzde yaklaşık 2 aylık bir inşaat süreci var. 1,5 yıl sürmüş olucak nisan ayında inşallah evimiz bittiğinde.

Biz bu aralar baya yorgun moddayız. 1,5 yıl ama 1,5 yıl yani. Bu 1,5 yıl içinde Tea&Pot'un kafe kısmını devrettik, Serhat istifa etti, Kayhan Abi ve babasıyla Kuşadasında Min Marine'i ve Balık Halkı'nı kurdular. 

Ya ne büyük şeyler. 

Çok seviyorum hayatımı ama hep aksiyon hep macera :) Hatta Fantastik :) Bazen arkadaşlarımla bir süre görüşmeyip nasıl gittiğini konuşurken sıra benim hayatımdan bahsetmeye gelince önce derin bir nefes alıyorum. Sonra anlattıklarımı bir düşünüyorum da :) Hep abartıyomuşum gibi geliyo. Yani fazla mı büyütüyorum ya da fazla mı küçültüyorum. Ya da hiç arası yok mu, bilmiyorum.

Ama neyi biliyorum biliyomusun. 

Şükretmeyi biliyorum. Sorun etmemeyi, şikayet etmemeyi, bahane uydurmamayı, kendime dürüst olmayı. Sevmeyi, çok sevmeyi biliyorum. Yorulmayı, haketmeyi, özlemeyi biliyorum. Yokluk kısmını da biliyorum, varlık kısmını da. Çok şanslıyım, hep de şanslıydım. Zor yoldan gitmeye üşenmediğim için, bazen üşensem de söylenmediğim için, zorluklarla gururla başa çıktığım için kendimi de seviyorum. 

Hiçbir zaman sıradan bir hayatım olmayacak bunun için de hayatımı seviyorum. Kendimi cesur hissettiğim için de, zaten azcık korksam hemen ağladığım için :) de tüm huylarımı seviyorum. Paniksem de panik oluşumu, dalgınsam da dalgın oluşumu, sonuçta hayalperest oluşumu, üretken oluşumu, kendi sınırlarımca becerikli oluşumu seviyorum. Evrenin bir parçası olduğumun farkında oluşumu seviyorum. Eksik yanlarımı dalıp çıkarıp; sadece kendimi kendime şikayet edip; başkalarıyla değil de; Kendimle uğraşmamı seviyorum. 

It is not easy to grown up young :)

Yeni yılda ve yeni yaşımda biraz daha büyüdüm tabii ama itina ile çocuk kalmaya, hayalperest olmaya ve daha yaratıcı olmaya da kararlı olduğum yeni bir yaş bu. 

32 yaş.

Yukardaki ilk resme geri dönecek olursam. 

Evimizin ahşaplarına bakmaya gittik geçen gün, bu resmi o gün çektim.

İşte resimdeki o ahşapların arasında bir ömür yaşamayı hayal ediyoruz. İlerde o ahşapların içinde yaşarken bir bebişimiz olsun, ev onun gülücükleriyle dolsun, işlerimiz otursun, arkadaşlarımızla güzel yemekler yensin, ailemizle huzurlu günlerimiz olsun diye hayallerimiz var. Güzel müzikler duvarlarda depolansın, mis kokular her köşesine sinsin, güzel hislerle dolsun evimiz. Bunları söyleyip sevdim sarıldım resimdeki ahşaplara. Bir çeşit tembihdi benimki, elimi koydum, 'tamam mı' dedim onlara :) 

Anlaştık.

Herşey sanki şimdi başlıyormuş gibi geliyor. 

Çok şükür.

                                                                ❤


14 Ocak 2017 Cumartesi

❤ HOME



İnşaat iznimiz hala çıkmadı. 
Kuşadasındaki evi boşalttık ama, geçtiğimiz 3 ay içinde toplamda sadece 10 gün kalabilmişizdir en fazla. İzmirde işlerimiz oluyo, gece kalmak için kuşadasına gitmek mantıksız oluyo, pek iyi bi fikir değilmiş kuşadasından ev tutmak.

Zaten kuşadasından ev tutmamızın tek amacı serhoşkonun işi oturana kadar işine yakın olmasıydı, düzene oturdu artık. Hala tam anlamıyla aktif değiller ama sistemi kurdular tamamen, artık havanın iyi olmasını ve müşterileri bekliyolar. Çok şükür.

Zaten azıcık eşyamızı yanımıza almışken 15 gündür sadece bir valiz eşyamızla ablamlarda metenin dolabındayız. 3 gün sinoşkolarda 3 gün zeynoşlarda kalıyoruz. 

Günler çok dolu geçiyo, TEA&POT da çok yoğun çok şükür, bi konteynırlardayız, bi görüşmelerde, bi gün evle ilgili bişey çıkıyo urlaya gidiyoruz.

Resimdeki proje, arkasındaki seranın önünde tellerle çevrili yer de evin arsası. Projede iki ev var, sağdaki bizimki, soldaki sinoşkolarınki. Çok güzel olucak inşallah kısmetse. Gidip gidip önüne arabayı parkedip müzik açıp arsayı izliyoruz. Hava güzelse içinde oturuyoruz :)

Home.

İnşaat izniyle ilgili işler ters gidiyo gibi görünüyo. Gibi görünüyo diyorum çünkü son birkaç seferdir ters giden bişeyler sayesinde daha iyileri oldu. Bugünlerde ahşap evimizi yapacak olan firmanın sahibi Hakan abinin eşi Mehtap abla bi süper kahraman gibi girdi hayatımıza. Onun sayesinde belki biraz hızlanabilir bazı süreçler. Ama ne zaman ne gelişme olucak, ne zaman evimiz olucak bilmiyorum.

Ama sonunda çok güzel olucak.

Şu anda da çok güzel zaten çok şükür. Hiçbirşeyden hiçbir şikayetim yok. 
Ne kadar çok şey öğrendik bu geçen zamanda. Çok şanslıyız gerçekten. 

Bazen ev bitince ne kadar güzel olucak herşey diyorum içimden. Önceden olsaydı böyle derdim çünkü. Ama artık öyle demiyorum çünkü artık 'herşey ne kadar güzel' demeyi tercih ediyorum. Tüm bunlar için uğraşmak da çok güzel. Evi özlemek, planlamak, hayal etmek de çok güzel çünkü.

Çünkü herşeyin çok güzel olmasının sonuçlara ya da olanlara bağlı olmadığını öğrendim. Ve mutlu olmak için birşeyleri beklememeyi; mutlu olmak istiyorsam olmayı öğrendim.

Ya da hayaller kurup güzel günleri o hayallere bağlamanın ne yanlış olduğunu öğrendim. hayalin kendisi bulmak, onu kurmak, olmasına çabalamak, oldurmak. Tamamı zaten hayalin kendisi. Hayalinin gerçek olması bir an sadece hepsinin arasında. Eğer tüm süreci hayalinin gerçek olmasına bağlarsan hayalin gerçek olmadığında yıkılıyosun ya da gerçek olduğunda yetmiyo. Çünkü dedim ya sadece bir an o. 

Ama tüm süreç hayalin ta kendisi.

Herşey zaten çok güzel. Sağlık oldukça herşey çok güzel. Zihnimizde bitiyo, kendimiz belirliyoruz. Hep buna inanırdım artık öğreniyorum da. 

Çok şükür herşey için.

                                                      

❤ 

❤