20 Ekim 2014 Pazartesi

Ördek olsam ben de burda yaşardım :)


Burası Karagöl.. Bizim eve 35 dk, 22 km.  

Virajlı yollardan yaşlı kocaman ağaçların arasından geçiyosun giderken, gidiyosun gidiyosun, o kadar ki, hava değişiyo, ağaç çeşitleri değişiyo.. Sanki uzak bi dağın gizli bi yerine hızlandırılarak gidiyosun. Vardığında etrafında yürüyerek 10 dk'da bi tur  atabildiğin o gümüş rengi göl işte karagöl..  3 kaz 2 ördeğin de evi aynı zamanda, eliniz boş gitmeyin derim :)


Sabah erkenden uyanıp gittik biz, bıdık bi termosta çay demledik, yanımıza da 2 termos bardak aldık, 2 de gevrek, zeytin, peynir, su.. Sıkıca da giyindik ama, iyiki öyle yapmışız, evden çıkarken hava 16 dereceydi orda 11 derecelere düştü ve yukarda bulutların acelesine inanamazdınız.. Nasıl bir rüzgar.. Orda çadırlarda kalan gençler ateş yakmış kahvaltı ediyolar,  çoğu kişinin bide köpişi var yanında, tracking yapan sevimli sevimli gruplar.. Piknik masaları, mangal yerleri, çocuklar için güzel bi oyun alanı bile var. Biz gittiğimizde tüm masalar boştu mesela.. Kahvaltıdan sonra kazları besledik biraz, fotoğraf çektik, manzarayı ve mis gibi havayı depoladık.. Sonra eşyaları arabaya bırakıp yürüyüş yaptık.. 



O kadar güzel, ama o kadar güzeldi ki..

Tam pazar sabahıyla ilgili hayal ettiğim tüm herşey gibi.. Gerçekten gözlerini kapatıp dağı, rüzgarı, yaprakları dinleyebildiğin bi yer.. Her adımında kuru yaprakların hışırtısı ve uupuzun ağaçların müzik sesi var sadece.. Yaprakların arasında değişik renkte çekirgeler var ama zaten sen görünce hemen kaçıyolar.. 

Her renk var, her his, her ferahlık var.. Bu içinde koşturup durduğumuz düzenin ne alaka olduğunu sordurtan her soru var.. Seneler önce daha gofret varken hepberaber kaz dağlarında bi yürüyüşe çıkmıştık, o da harikaydı.. Bi kere gofret vardı zaten :) Minik cüce köpişkomuz, bebeğimiz.. Şelaleler, dev ağaç kovukları, kardelenler.. Değişik bi atmosferi vardı oranın, masallardaki gibi.. Teyzemler de vardı. Teyzem çok tatlıdır benim, değişik bi gözle görür dünyayı özellikle de doğayı.. Demişti ki ''burda yanından geçtiğimiz her ağacın her taşın, her çiçeğin bi perisi var onu koruyan yanında olan.. Onlarda bizi izliyolar şimdi, ne diyolardır acaba bize?'' Hiç biliyomuydunuz bunu, yaaa :)

İşte böyle bişi bu sabah da vardı biz yürürken.. 

Orda yürürken bi de bakıyosun solda, üstünde 'BÜFE' yazan, ufak bi bina, önünde ekilmiş küçük bi alanda biberler, güller, düzensiz düzensiz bişiler bişiler ama belli sevilen, bakılan bi yer.. Yarısı plastik, yarısı ahşap masa sandalyeler.. Bi aile işletiyo sanırım orayı ama belli hepsi çok iyi, tertmiz insanlar.. Derken baktık masanın birinde boş türk kahvesi fincanları var, yaşasıııın, türk kahvesi var burdaaa :) Orda da 3 köpiş güneşleniyo, mest olmuşlar.. Onlar bakıyo onlara belli.. Bi de inanılmaz minnoşlukta bi gri kedi.. Bi british shorthair kedi hemde.. Minyon :) Allahııım, adı da 'hurma'ymış, onların kedisiymiş, ama nası tatlıı :)

Bi tur attık en son gölün etrafında, yine yine gelelim buraya diye diye döndük.. Ama tabi biz göle döndüğümüzde insan kitlesi tamamen değişmişti, dolmuşa doluşup gelen insanlar, son ses müzik açmış şahinler doğanlar, heryeri saran bi mangal kokusu, tüm piknik masaları dolmuş.. Saat 12yi geçmişti, tamaaam, hadi dönebiliriz artık dedik.. Dünyanın en minnoş tatlı pazar sabahlarından biriydi tam istediğim gibi.. Teşekkür ederim ❤️

Bu gibi zamanların sonunda hep hissettiğimiz gibi, aslında mutlu olduğumuz sevdiğimiz hayatın bu olduğunu, hayatın aslında ne güzel olduğunu, nası yenileyici olduğunu, enerjik zevkli olduğunu, sık ve düzenli aralıklarla şehirden uzaklaşmanın ne kadar iyi geldiğini, ihtiyacımız olduğunu düşündük bugün eve döndüğümüzde serhoşkomla.. Tüm günümüz güzel geçti sonra..

❤️❤️❤️


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder