22 Temmuz 2014 Salı

Yoga moga meditasyon meydan okuması ❤️❤️❤️

Youtube’a güne başlama meditasyonu yaz bak.

Çıkan bi video var.. Ben bu videoyu 2010da keşfetmiştim. Video dediğim ses. Teapotun ilk zamanlarında otobüste sabah bunu dinleyerek işe geliyodum. Sonra ara verdim sonra yine dinlemeye başladım. Sonra yine yine. Ama müziklerimde hep var sonuçta. Ve o ses bi yerinde diyo ki;

"İlk önce yapman gereken iki şey var; enerjini doğru biçimde kullan ve düşünce biçimini değiştir."

Bi insanın hayatı boyunca alabileceği en iyi 10 öğüt diye bişi olsa mesela birinin kesinlikle bu olması lazım diil mi. Niye bunu yapamıyoruz biz? Çünkü kabul edelim, hayat bazen biraz kırıcı ve resmen kötü kalpli. Bu da bizi bi yerde fena yıldırıyo. Bi yerde haksızlığa uğradığını damarlarında hissettiriyo. Bi yerde de azcık hasta olduysan (yada sevdiğin biri hasta olduysa) senden düşük enerjilisi yok. O zaman çıkıp ‘beeen enerjimi doğru biçimde kullanıcam’ diyemiyosun işte. Yani ben daha diyemedim. Ama öyle! Bu bi doğru! Bunu öğrenmek için mi burdayız acaba diyorum bazen. Çünkü dönüp dolaşıp olan bu.

Ve düşünce biçimi!

Bişeyler yaşıyıp yaşıyıp beynimize yorumlayıp bi hayat kuruyoruz ilerde anlatıcağımız, yada hatırlayacağımız. Hemen yanımızdakiyle tıpatıp aynı şeyi yaşıyoruz bazen ama ertesi gün onun için dün bambaşka, senin için bambaşka oluyo. Aynı gün aynı yerde aynı olayı yaşıyosun ama aslında başka hayatlar biriktiriyosun çünkü sen başka yorumluyosun kafanda o başka. Çünkü düşünce biçimlerimiz apayrı! Yani sadece düşünce biçimimizi iyileştirerek hayatımızı iyileştirebiliriz aslında. Bak.

Bunun bir bıdık örneği serhat. Ben onun düşünce biçimiyle neler yarattığını en ön sıradan izliyorum. Gerçekten gözüm üstünde. (Seviyorum ulen onu ❤️) Ona ayrı aşığım düşünce biçimine ayrı. Kendi düşünce biçimimi de çok seviyorum, biraz efekt uygulanmış olabilir tabi benimkine, parlaklıkları arttırılmış, gölgeleri azaltılmış, süslenmiş olabilir ama çok seviyorum ❤️ Kendim ayarlıyorum sonuçta :) Serhatın ki daha çok yaradılışında programlanmış gibi, efekt mefek uygulancak gibi diil pek, yazılımı dizilimi öyle sanki.. Neden öyle diyorum, çünkü bilinçaltından düşünüyo, anlık.. Mesela ben odaklanıyorum, zihnimde kırpıp biçiyorum, çok kendi kendime oynuyorum olanlarla.. Kararlar ilan ediyorum, seviyorum sevmiyorum dışlıyorum yada abartıyorum beni mutlu etme derecesine göre.. Serhat direk hep biliyo sanki gidişatı.. Yada benim oturduğum yerden öyle görünüyo bilmiyorum.

Bazen biraz kendine meydan okumak güzel, zorlamak bildiklerini. Uyguladıklarını sınamak, foyanı meydan çıkarmak. Mesela güneşi selamlama hareketleri var yogada. Googlea sun salutation yazınca çıkıyo, çok da basit. 5-6 kere tekrarlıyosun..

Neden bunu her sabah yapmıyorum bildiğim halde, seviyorumda yapmayı.. Yada neden tam yatmadan önce 10 dakikacık meditasyon yapmıyorum.

"İlk önce yapman gereken iki şey var; enerjini doğru biçimde kullan ve düşünce biçimini değiştir."

Nihoşko!

Bıdı bıdı bıdı yazması, okuması, konuşması kolay! ‘Six packs six week’ vardı bi zamanlar, bir ay diye iddiaya girmiştik 11 gün sonra örtbas ettim videoyu, matı da sokuşturdum biyerlere :))) Gerçi resmen bi başlangıç oldu o video o günler, şekeri bıraktım, o zamandan beri sade kahve sade çay içiyorum. Bişiye yaradı.
O video yorucuydu, öncesi ayrı yaparken ayrı sonrası ayrıydı.. Şimdi ‘sun salutation’ ve yatmadan önce meditasyon düellosuna davet ediyorum seni ❤️

Bakalım ‘sen’ misin ‘ben’ miyim ❤️ En iyi olmayan ihtimalle bu da başka güzel bişeylerin başlangıcı olucak gör bak..

P.S.


16 Temmuz 2014 Çarşamba

Bazen de herşey çok eğlenceli diil mi..

Yaa bilmiyorum yazın mı herşey bana çoook tatlı görünüyo, hep güneşli diye mi, aydınlıkta sıkıntılar gözle görülmüyo ondan mı.. Saçma olduklarını anlayıp bişilerin arkasına mı saklanıyolar ortadan kayboluyolar hepsi :)

Ruhum da tam yaz mevsiminde ❤️

Nasıl bazen hayat gıcık kategorisinde ‘bu aralar herşey üstüste geldi, hayat sen zorsun’ bıdı bıdı bıdıyı üşenmeden bir bir yazıyosam buraya şu anda sağlam bi ‘bu aralar hep tatlı şeyler üstüste geldi hayat sen ne minnoş şeysin yaaa’ yazısı yazmam lazım.

Cümlelerime nokta koyunca bi durup gülümsüyorum bu arada ben o dereceyim :) Bu muzip gülümsememi Mete’den öğrendim. Siz Mete’yi tanımazsınız daha. O beni ‘teyzuş’ mertebesine yükselten, kitaptaki küçük prens. Daha dünyada yeni :) 13 günlük, hatta -17 günlük diyebilirim çünkü 1 ay erken süpriz yaptı, çok mantıklı bi hareketti bence erken gelişi çünkü biz deliriyoduk koca bi ay nası beklicez diye. O bi bıdık olduğundan basit düşündü, ‘e, ben geliriiiiiim’ dedi :) şimdilerde de çok havalı erken geldiği için, pek minik ve sadece süt içip uyuyo. Ben mıncırınca bazen artist bi gülücük atıyo bazen de kendini beğenmiş büzüveriyo o alt dudağını ki işte o çok fena :)

Mete ❤️ 
Metemmm ❤️

Ah, iyi ki geldin minik aşkım..


Yaşam, her bir minicik detayı kurgular bıdık dizilimlerle bize süprizmiş gibi yapıverir alışıcaksın buna diyemem minnoşum, bu her seferinde hepimizi şok eder ve sen bunun gördüğüm enn tatlı örneğisin ❤️

Öyle bi zamanda öyle bi geldin işte çıkıp.. Mis kokulu minik teyzuşum benim ❤️

Biz sen doğduktan 72 saat sonra rahatlayabildik, sonra iznimizi kullandık iki hippimsi kovboya dönüştürdük kendimizi serhoşkomla haritada aşağı doğru indik 4x4 cip gibi bişeyle ( o vadiye inen yoldaki amca öyle dedi :) ağaçtan evlerde kaldık, sahili takip ettik aşağı doğru bi yeni harita daha aldık keşfetmek için, vadiden aşağı hippimsi olduğumuz kadar off roadumsu bişi yaptık, iki sefer tepenin arkasından ayın doğuşunu izledik kumların üstünde hemde.. Herşey değişmişti kabakta ama zihnimizdekiler çok güçlü olur gerçekten sevince o zaman hiçbişey bozamaz aklında olsun, öyle oldu bizimde ❤️

Ruhumuz çok kalp atışı ister, çok elinden sımsıkı tutmak ister, gözlerinin içine uzun uzun bak ister, güzel müzik dinlemeyi sever, tüm ciğerlerini doldurmak ister deriiin derin, durmanı ister zamanın peşinden koşmanı sevmez.. Bunları da hep farklı sorularla sorar bakalım cevabı gerçekten mi biliyosun diye.
İşte dedim ya bazen de herşey çok eğlencelidir.. Yaz mevsimi minnoştur.. Mete bi küçük prens, teyzesinin fındık burunlusudur ❤️


25 Haziran 2014 Çarşamba

Dikiş nakış işleri..



Bütün gece annanemin dantel perdelerinin boyunu dikiş makinamla kısalttım, ve perdelerin işi bittiğinde ortaya benim ne kadar antika olduğumu çıkarttım :) çünkü saat 11buçuktu ve ben eski yıllardaki siyah beyaz görüntülerdeki eski kadınlardan biriymişim gibi tavan yüksekliğinde uzuun uzuuun dantel perdenin uçlarını dikiş makinamda dikiyodum :) yani tabii ki ben bu işi çok havalı yapıyordum, müziğim açıktı ve pembe pijamalarım vardı ✌️ ama sonuçta sanki herkes zaten gece yarılarına kadar tabiki dikiş dantel falan uğraşırmış gibi çok normal bi işmiş gibi yapmam çok minnoş bi durumdu bence :) çünkü çok da normal bi iş diil benim beynime göre.

Hayatım çok sakin görünümlü bi deli, her hafta ama gerçekten her hafta bi süprizi var bana. Bende tüm deli maymun hayatımın tavırlarına rağmen bi huşu içindeyim :) danteller iplikler..

Hoşuma gitti bu halim, sonra ne garibim ya dedim.

Bu arada diktiklerime bakılırsa; kendimi dikiş konusunda bişey sanabilirim :)

Damacana kılıfı :)
3 yastık kılıfı (ama öyle dümdüz kare diil, vintage style:) salona )
Çuval kumaştan ucu dantelli runner (mutfak masasına)
Puf kılıfı (serpile)
Çeşitli boylarda incecik tülden nişan çantası için keseler ( bahara)
Küçük çuval keseler (teapota)
Dantel perde ucu kısaltması (annaneme)
Kot görünümlü kumaştan elbise. (Kendime :)



9 Haziran 2014 Pazartesi

Öğrendiklerim listesinin başında yazması gereken;


"herşey olur, geçer.. "

Güzel de kötü de herşey geride kalır, zaman hepsini sihirli bi şekilde alıııııp ayrı ayrı raflara kaldırır bizim için.
Bu yüzyıllardır hep böyle olmuştur.

Çok seviyorum deliriyorum bunu düşününce, nası ya nası ya diye birini yakasından tutup inanabiliyomusun diye gözlerimi kocaman açıp sormak istiyorum istiyoruuum :) Bişeyi abartsanda, hiç olmamış gibi de yapsan bi bakıyosun, hop, artık geçmiş ki o, geride kalmış..

Diyorum ki kendime;
"Kendine alış, öğren artık düzeni.. Zor zamanların da olucak, içinde masal tıkırtıları duyduğun zamanların da, kendini küçük mutlu bi hippi sandığın zamanlar da, oyuncu bi ruh olduğun zamanlar da, güçsüz zamanların da, sağlıksız yorgun anların da, çok aşık zamanların da, çok sevdiğin zamanlar da, çok özlediğin zamanlar da, çok minnettar olduğun zamanlar da, çok unutulduğun zamanlar da, ilk sırada olduğun zamanlar da, ne yaparsan yap görünmez olduğun zamanlar da.. Hepsi de, hiçbişey de.. Sihirli de, sıradan da.. Hep içinde olucak sihir, görebiliceksin de bazen, göremiceksin de bazen.. "

Çünkü “Bu bi sihir dostum ve senin” demiş zaten biz doğmadan tam önce o, elimize tutuşturmuş alel acele, anlamamış çoğu kişi ne olduğunu..


❤️❤️❤️

1 Haziran 2014 Pazar

bıdık ''alıntı''

Bugün tüm içimdeki yorgunluğa karşı ‘bak herşey geçti’ diyen iç sesime alıntı yapıyorum bu yazıyı, ben bu kadar güzel anlatamazdım ona onu;


“Kim bu içimdeki fısıltı?



Kim bu içimdeki fısıltı, beni sadece sesiyle sarıp sarmalayan?


Savaşlara ve barışlara yollayan… Saçların güzel merak etme diyen… Geceleri sorularla uyutup, sabahları cevaplarla uyandıran. Seviyorum onu. Onsuz bir iç diyaloğum, bir iç annem olmazdı. Hiç olurdum. Matruşka olamazdım onsuz. Ne kadar renkli de olsam, içi boş bir tahta kadar süs olurdum.

Nereye gitsem benimle gelen, o susuk ses kimin? Demin yolda yürürken, bana su içen kuşu gösterdi, sonra inciler takmış o yaşlı kadını, sonra o bankta uyuya kalmak üzere kafasının ağırlığını hafifçe omzuna düşüren kızı… Aslında çoğu şeyi bana o gösterdi diyebilirim. İçimde kocaman resmini çizip, gözüme soktu bazen bazı şeyleri. Sırf anlayabileyim diye… O da benimle sınırlı naapsın? O benim ta kendim değilse tabi.

O fısıltı benim gerçek sesim aslında. Size duyurduğum sesime pek benzemediğini söyleyebilirim. Daha yumuşak, daha şakacı bir ses. Ses demek bile sesini fazla açmak olurdu, bir sesin sureti gibi daha ziyade. Başka yerlerden gelen bir haber gibi… Bilemem, belki de hayatın göbeğiyle kırmızı hattı olan biri. İyi biri. Benden iyi. Beni iyi yapıyor, bana iyi geliyor, iyilikler yaptırıyor bana. Öfkelendiğimde onun sesini duymamak için çok bağırmam gerek. Belki de herkesin öfkelenince bağırması bundandır. ‘Saçmalıyorsun’ der çünkü öyle zamanlarda. ‘Nefes al ver’ der.

Belki de o ses, benim ruhumdur. Belki de ruh, o. Beyinden gelse hissederdim, ses yukardan gelmiyor eminim. Karın taraflarından geliyor bu ses. Ve içimde ışıklı bir tüye binip, seyahat ediyor. Her yerimi bilir. Derin nefeslerle büyüyen ciğerlerimi, korkularla şimşeklenen beynimin arka sokaklarını, isteyince çıtlattığım ayak baş parmağımın gürültüsünü. Benim hakkımda en çok bilgiye, o sahip.

Kim o fısıltı, benim hiç tanışmadığım bir sürü insanı tanıyıp, selam veren? Nereden tanıdığını hiç bilmiyorum ama gariptir, o insanları ben de tanımış gibiyim önceden. Yani o ve ben aynı şey değilsek tabi… Bir keresinde bunu sormuştum ve cevap olarak, bazı insanlarla göz göze gelmemizin tesadüf olmadığını söylemişti.

Ne derse hakkı var. Ki bunu dememe çok kızar. Bu kelimeden hiç haz etmiyor. Savaşlar bundan çıkarmış. Ama gerçekten, içime taşınmış bir aile gibi o fısıltı. Fısır, fısır ve fısır. Çoluk çocuk içimde yaşıyorlar, çamaşır asıyorlar sanki saçlarıma. Sanki ellerim, sanki gözlerim onların balkonu… Öyle ısıtıyorlar işte beni.

Mesela ben, önüne bakarak yürüyenlerden oldum her zaman. Sanki kaldırımlarda yazan bir hikaye, beni peşinden sürüklüyor. Altını çiziyorum bazı cümlelerin, kalın kalemlerle… Öyle zamanlarda, tatlı bir sevgili gibi yüzümü çenemin altından hafifçe tutup, gülerek yukarı kaldıran hep o. Onun sayesinde gördüm ben, gökyüzünde yazılı olanı…

Bence o fısıltı gibi şey, doğuştan. Melekten bir dost, bir tür yol gösterici belki. Çünkü hiçbir insan, bu dünyaya iç pusulasız gelmedi. Herkes bildi kuzeyi neresi, nerede ekvator? Nereler soğuk buz gibi kutup, nerelerde siesta? Bu fısıltı olmasa, bu seyahatler de olmazdı aslında. Düşünsenize, hepimize ‘hadi kalk git’ diyen o değil miydi?

Bazı sabahlar, diğerlerinden daha güzel değil mi? Mesela bu sabah…

İçimde sekiyor, oyunlar oynuyor, gıdıklıyor beni… Dur yapma diyorum.

İşte böyle yazılar yazdırıyor bana… “

Nil Karaibrahimgil
28/08/2010 Nilin Kelebekleri / Doğan Kitap


31 Mayıs 2014 Cumartesi

Hep de öyle olmuyo, herşey minnoş minnoş yolunda gitmiyo..

Hep de öyle olmuyo, herşey minnoş minnoş yolunda gitmiyo..
Hiç blog yazmıyosun dedi serhat..
Hemde aslında mayıs ayı komple bi efsaneydi. Bilerek yazmadım bende çünkü kendimi bi süredir tüm eski bildiklerimi unutmuş, şokta bi şapşirik gibi hissediyorum. Çünkü mayısa sinir de oluyorum. Hatta hayat bi arkadaşım olsaydı onu kenara çekip kendine gelmesini söylerdim, uzun bi konuşma yapardım ona. Çok ayıp ettiğini, kendine gelmesini hiç kendi gibi davranmadığını söylerdim. Çünkü hayat ”sihirli bıdık tatlı minnoş dizilimlerin ummadık zamanlarda biraraya gelmesi” yanının daha ağır bastığı bi yapıda. Öyle. Ama o naptı bu ara, peşpeşe uyuzluklar, ciddi sorunlar, çözümsüzlükler.. Neyse ki toparladı yine, herşey düzeldi. Çok şükür. 
Sessiz sessiz izledim, olabilir, tamam dedim naptıysa. Çünkü genelde yapmaz biliyorum onu, özünde iyidir. Ben o yüzden hiç şikayet etmem, hiç uzatmam sevmediğim konuları çünkü bilirim geçer, herşey geçer. Hayat iyidir, yapmaz öyle şey derim :) Yapınca üstüne gitmem, ellemem onu. Hepimizin kötü zamanları var.
Ben bi şekilde kendimi iyi hissetmeyince yazamıyorum işte. Heralde sevimsiz bi kanıt bırakmak istemiyorum. Şikayet etmem, sorunlarımı konuşmayı sevmem ya zaten uzun uzun, tatsız bişeyleri detaylı yazmayı da istemiyorum. İçime atmıyorum, sadece susuyorum, daha iyiyken; ”nasıl geçti ama” kısmını konuşmayı daha çok seviyorum. O zaman konuşuyorum. Daha güç buluyorum bunların konuşulmasından. 
Şimdi herşey daha iyi, sağlık sorunları çözüldü, zeynoşko iyi, iş mevzuları süper. Havalar  ısındı, minnoş yaz geldi, güneş sıcacık, deniz sıcak kumlar sıcak.. Yeğenim büyüyo annişkosunun karnında.. Balkondaki kuş yuvasına ve begonvile serçeler geliyo.. Handoş evleniyo, izne az kaldı..

Daha ne olsun.. Çok şükür ❤️ 
❤❤❤

Hiç blog yazmıyosun dedi serhat..

Hemde aslında mayıs ayı komple bi efsaneydi. Bilerek yazmadım bende çünkü kendimi bi süredir tüm eski bildiklerimi unutmuş, şokta bi şapşirik gibi hissediyorum. Çünkü mayısa sinir de oluyorum. Hatta hayat bi arkadaşım olsaydı onu kenara çekip kendine gelmesini söylerdim, uzun bi konuşma yapardım ona. Çok ayıp ettiğini, kendine gelmesini hiç kendi gibi davranmadığını söylerdim. Çünkü hayat ”sihirli bıdık tatlı minnoş dizilimlerin ummadık zamanlarda biraraya gelmesi” yanının daha ağır bastığı bi yapıda. Öyle. Ama o naptı bu ara, peşpeşe uyuzluklar, ciddi sorunlar, çözümsüzlükler.. Neyse ki toparladı yine, herşey düzeldi. Çok şükür. 
Sessiz sessiz izledim, olabilir, tamam dedim naptıysa. Çünkü genelde yapmaz biliyorum onu, özünde iyidir. Ben o yüzden hiç şikayet etmem, hiç uzatmam sevmediğim konuları çünkü bilirim geçer, herşey geçer. Hayat iyidir, yapmaz öyle şey derim :) Yapınca üstüne gitmem, ellemem onu. Hepimizin kötü zamanları var.

Ben bi şekilde kendimi iyi hissetmeyince yazamıyorum işte. Heralde sevimsiz bi kanıt bırakmak istemiyorum. Şikayet etmem, sorunlarımı konuşmayı sevmem ya zaten uzun uzun, tatsız bişeyleri detaylı yazmayı da istemiyorum. İçime atmıyorum, sadece susuyorum, daha iyiyken; ”nasıl geçti ama” kısmını konuşmayı daha çok seviyorum. O zaman konuşuyorum. Daha güç buluyorum bunların konuşulmasından. 

Şimdi herşey daha iyi, sağlık sorunları çözüldü, zeynoşko iyi, iş mevzuları süper. Havalar  ısındı, minnoş yaz geldi, güneş sıcacık, deniz sıcak kumlar sıcak.. Yeğenim büyüyo annişkosunun karnında.. Balkondaki kuş yuvasına ve begonvile serçeler geliyo.. Handoş evleniyo, izne az kaldı.. Daha ne olsun.. Çok şükür ❤️ 

❤❤❤


21 Nisan 2014 Pazartesi

summer wine



Strawberries cherries and an angel’s kiss in spring
My summer wine is really made from all these things
Take off your silver spurs and help me pass the time
And I will give to you summer wine

My eyes grew heavy and my lips they could not speak..

7 Nisan 2014 Pazartesi

şşşş..

-Neyin peşindesin? -şşşş.. sihirli bıdık bişeylerin.. (fısıldayarak)
Nası bişeylerin?  Biiiilllmiyorum işte.  İçimi hep gıcıklayan gıdıklayan bişeyler var, kendini gösterip gösterip kayboluyo, hayatla ilgili. Yaşamakla.
Kaybolunca unutuyorum yada unutunca kayboluyo.
Geri gelince şok oluyorum nasıl unuttuğuma. Bu gelgitim benim. Bi istatistiğim yok ne zamanlar geliyo ne zamanlar gidiyo. Biraz karışık.
Ötesinde çok şey var. İçimizden gelenlerin orda çok şey var. O yerde, en içte bi güç.
Şu son yazmadığım zamanlarda çok şey oldu. Hep kafamdan yazdım, yazıyomuş gibi düşündüm. Cümleler kurdum, girişler yazdım. Yine okuyomuş gibi düşündüm o yazdıklarımı. Aklımda tuttum, eve gidince yazıyım diye ama bi türlü oturup bloga giremedim. Hiçbirini yazmadım ama ben bol bol kendimle yüzleştim bu düşünce yazılarımda.
Minik bi trafik kazası, gömülü yirmi yaş dişi ameliyatı, geceyarısı acil iğneleri, Pişmiş tavuk rolünde gibiyim bi süredir kendi hayatımın. Ama daha çok kendimle yüzleşiyorum bu sırada çünkü insan bazı zor zamanlarda herzamanki kendinden farklı bi kendini buluyo karşısında ve çok müdahele edemiyo beğense de beğenmese de. Bi bakıyo çünkü O.
Dedim ya şu son yazmadığım zamanlarda çok şey oldu ama bi şey de hala olmadı.
Dünya bıkmadan dönüyo dönüyo bir sürü şey gerçekleşiyo bir sürü şey gerçekleşmiyo ve elinde kalan senin kendinin, kendi yaşadıklarınla ilgili iç yorumların oluyo.
Herşeyi çok seviyorum, çok çok şeyi reddediyorum kabul etmiyorum, çok şeyi olduğu gibi kabul ediyorum. çok çok şeye büyüleniyorum. İyi ki, iyi ki, iyi ki…
❤️❤️❤️

-Neyin peşindesin?
-şşşş.. sihirli bıdık bişeylerin.. (fısıldayarak)



Nası bişeylerin? 

Biiiilllmiyorum işte. 

İçimi hep gıcıklayan gıdıklayan bişeyler var, kendini gösterip gösterip kayboluyo, hayatla ilgili. Yaşamakla.


Kaybolunca unutuyorum yada unutunca kayboluyo.

Geri gelince şok oluyorum nasıl unuttuğuma. Bu gelgitim benim. Bi istatistiğim yok ne zamanlar geliyo ne zamanlar gidiyo. Biraz karışık.

Ötesinde çok şey var. İçimizden gelenlerin orda çok şey var. O yerde, en içte bi güç.

Şu son yazmadığım zamanlarda çok şey oldu. Hep kafamdan yazdım, yazıyomuş gibi düşündüm. Cümleler kurdum, girişler yazdım. Yine okuyomuş gibi düşündüm o yazdıklarımı. Aklımda tuttum, eve gidince yazıyım diye ama bi türlü oturup bloga giremedim. Hiçbirini yazmadım ama ben bol bol kendimle yüzleştim bu düşünce yazılarımda.

Minik bi trafik kazası, gömülü yirmi yaş dişi ameliyatı, geceyarısı acil iğneleri, Pişmiş tavuk rolünde gibiyim bi süredir kendi hayatımın. Ama daha çok kendimle yüzleşiyorum bu sırada çünkü insan bazı zor zamanlarda herzamanki kendinden farklı bi kendini buluyo karşısında ve çok müdahele edemiyo beğense de beğenmese de. 

Bi bakıyo çünkü O.

Dedim ya şu son yazmadığım zamanlarda çok şey oldu ama bi şey de hala olmadı.

Dünya bıkmadan dönüyo dönüyo bir sürü şey gerçekleşiyo bir sürü şey gerçekleşmiyo ve elinde kalan senin kendinin, kendi yaşadıklarınla ilgili iç yorumların oluyo.

Herşeyi çok seviyorum, çok çok şeyi reddediyorum kabul etmiyorum, çok şeyi olduğu gibi kabul ediyorum. çok çok şeye büyüleniyorum. İyi ki, iyi ki, iyi ki…

❤️❤️❤️


18 Şubat 2014 Salı

HOW TO BE A FREE SPIRIT

HOW TO BE A FREE SPIRIT 
Nasıl nasıl nasıl..
Mümkün.
Mecbur olduğumuzu sandığımız çok çok şeye mecbur diliz aslında biliyosun sende. Bazı üstümüze düşenler var sadece, sorumluluklarımız. Ama onlarda pek çoğumuzun sandıklarının aksine;
İlki çook çok çok fazla sevmek. Önce misler gibi kendini. Her sabah uyanınca, her akşam yatmadan önce. Olduğun gibi, en özünü, en saf halini. Bütün şapşallıklarını, hatalarını, çok da sevimli olmayan yanlarını bile. Orjinal bulup seviceksin :) Sonra aileni, arkadaşlarını ve tüm hayvanları. Sonra yaşam alanını. Kendi kendine sevmiceksin ama ilik aşısı gibi yapıcaksin, hücrelerinde hissedibilicekler senin tarafıldan sevildiklerini. Yanlarında olucaksın ❤  Hakeden haketmeyen hesabını bilmeden, senin sevmeyi hakettiğin şekilde öyle seviceksin..
Ve hayaller hayalleer hayalleeer.. Biiir biiir kurgulıcaksın, olsada olmasada. Onları bulurken mutlu olucaksın zaten, neler bulabildiğine inanamıcaksın :) Koleksiyoner gibi. Eskiciler gibi, antikacılar gibi daha gerçekleşmeden bulup toplıcaksın hayallerini. Bakıp bakıp böbürlenebilirsin sonra, kendini beğenebilirsin hayallerinle. Yakışmış mı diye aynada bakabilirsin, hepsini teker teker deneyip dağıtabilirsin istediğin zaman ortalığı. 
İnanıcaksin. Bütün kalbinle inanabiliceksin. Kendine inanman sana bilgelik vericek, çünkü sen evrenin kalbinden doğdun, sihirle üretildin, ilk kalp atışın annenin karnındaki bi sihir meselesiydi ve bu evrenin işiydi. Hiç mantıklı diildi ama yüzyıllardır hepimizin kalbi ilk öyle atıyodu. Bi anda, öylece. Açıklamasızca, hediye gibi. Sen de o ilk kalp atışına inanıcaksın, sahip çıkıcaksın sihirine. Böylece evrenle olan işbirliğini hatırlıcaksın. Herşeyin olabiliceğine inanıcaksın. Geniş olucaksın. Sıkılsanda pıkılsanda biliceksin ki işler yoluna giricek. Ve yaz gelicek, havalar ısınıcak :)
Arkana yaslanıcaksın, en sevdiğin seansta en sevdiğin film yapıcaksın hayatını. Bitince ayağa kalkıp alkışlıcaksın kendini ❤ 
❤ ❤ ❤ ❤ 


Nasıl nasıl nasıl..

Mümkün.

Mecbur olduğumuzu sandığımız çok çok şeye mecbur diliz aslında biliyosun sende. Bazı üstümüze düşenler var sadece, sorumluluklarımız. Ama onlarda pek çoğumuzun sandıklarının aksine;

İlki çook çok çok fazla sevmek. Önce misler gibi kendini. Her sabah uyanınca, her akşam yatmadan önce. Olduğun gibi, en özünü, en saf halini. Bütün şapşallıklarını, hatalarını, çok da sevimli olmayan yanlarını bile. Orjinal bulup seviceksin :) Sonra aileni, arkadaşlarını ve tüm hayvanları. Sonra yaşam alanını. Kendi kendine sevmiceksin ama ilik aşısı gibi yapıcaksin, hücrelerinde hissedibilicekler senin tarafıldan sevildiklerini. Yanlarında olucaksın ❤  Hakeden haketmeyen hesabını bilmeden, senin sevmeyi hakettiğin şekilde öyle seviceksin..

Ve hayaller hayalleer hayalleeer.. Biiir biiir kurgulıcaksın, olsada olmasada. Onları bulurken mutlu olucaksın zaten, neler bulabildiğine inanamıcaksın :) Koleksiyoner gibi. Eskiciler gibi, antikacılar gibi daha gerçekleşmeden bulup toplıcaksın hayallerini. Bakıp bakıp böbürlenebilirsin sonra, kendini beğenebilirsin hayallerinle. Yakışmış mı diye aynada bakabilirsin, hepsini teker teker deneyip dağıtabilirsin istediğin zaman ortalığı. 

İnanıcaksin. Bütün kalbinle inanabiliceksin. Kendine inanman sana bilgelik vericek, çünkü sen evrenin kalbinden doğdun, sihirle üretildin, ilk kalp atışın annenin karnındaki bi sihir meselesiydi ve bu evrenin işiydi. Hiç mantıklı diildi ama yüzyıllardır hepimizin kalbi ilk öyle atıyodu. Bi anda, öylece. Açıklamasızca, hediye gibi. Sen de o ilk kalp atışına inanıcaksın, sahip çıkıcaksın sihirine. Böylece evrenle olan işbirliğini hatırlıcaksın. Herşeyin olabiliceğine inanıcaksın. Geniş olucaksın. Sıkılsanda pıkılsanda biliceksin ki işler yoluna giricek. Ve yaz gelicek, havalar ısınıcak :)

Arkana yaslanıcaksın, en sevdiğin seansta en sevdiğin film yapıcaksın hayatını. Bitince ayağa kalkıp alkışlıcaksın kendini ❤ 

❤ ❤ ❤ ❤ 


28 Ocak 2014 Salı

Ne olay yaptım 30umu :)

Ne olay yaptım 30umu :)
Eski yazılarıma bakıyodum bi önceki doğumgünü yazımda artık 28sin demişim :) Sadece bir yıl sonraki bu doğumgünümde 30 yapmışım kendimi :)
Bekleyemedim ki resmen, 29 çok arada bi yaş diil mi ama. Sonuçta 29 doldu ve 30a girdiğim için de 30 ilan edivermeye karar verdim kendimi :) Bence çok iyi fikir :) Ama çok tuhaf ve şapşal bi şekilde de aşırı durgun ve soluktum doğum günümde, zaten bi sonraki günde büyük yanık olayımı yaşadım, tesadüf müydü acaba.  (kendimi kendimi takip eden bi dedektif gibi hissediyorum şu anda, bakalım tüm bunlarla ne sonuca varıcam :))
Zaten bi gün önce de spiritüel olarak yeni bi yaşa girmenin nası bi etkisi olabilir acaba insanda diye dolaşıyodum. Düşünsene senin doğduğun günün yıldönümünde güneş sisteminde dünya tam bi tur atıp önceki yere geliyo, kocaman bişi bu, bi etkisi olmalıydı. Hatta yeni yıldan daha etkili bişi olmalıydı kişi için. Ve ben gerçekten arada bi keçileri kaçırıyordum işte bunlarla :P Sanırım benim evrensel yıldönümümün etkisi sağ bileğimdeki kocaman yanık oldu :) 
Bu arada hızlı hızlı bu yazıya girişimin asıl amacı kendimize zaman ayırmanın ne kadar önemli olduğunu düşünmem sabahtan beri.
İnsan sevdiği bişeyle uğraşınca ne kadar rahatlıyo. Bunu hepimiz biliyoruz evet tamam ama işte yapmıyoruz. Ben unutmuşum en son naptığımı hatırlayamadım mesela geçen gün ve açtım dikiş makinamı sırf o yüzden pembe çizgili kumaştan kalpler diktim şuursuzca :)
Hiç de lazım olmadığı halde ve kullanmıcağım halde.
Sevdiğim bişi yapma ihtiyacımla yaptım sadece tüm salona kumaşlarımı yaydım, diktim diktim heryer iplik oldu ve o manzara mutlu etti beni işte :) o kadarcıktı yani rahatlamam. Sağ kolum sargıdaydı, saat 11di, hiç gerekli diildi ama oturdum kalp diktim ❤  
Bunu anlatmak istedim ❤
Bence bazen sadece kendimiz için tatlı minnoş bi bencillik takınalım kimseye çaktırmadan ve ihtiyacımız olan bişiyi yapalım her gün. Çünkü kendimizi mutlu ettiğimizde herkesi de daha mutlu edebilme enerjimiz ve gücümüz olucak inanın bana. Çok zaman ayırmak şart diil belkide yarım saat hatta belki de öyle bi lüksümüz varsa bi saat. 
Ama işte tam da burda ciddi bi sorunla karşı karşıya kalabiliriz.
Biz ne istiyoruz? Ne yapmaktan gerçek mutluluk duyuyoruz? Neye gerçekten ihtiyacımız var? Ama gerçekten, özel olarak, gizlice, çok içten. Herkesin istediği klasik ihtiyaçlardan bahsetmiyorum. Ruhumuz neye aç, minicik nelerle besleyebiliyoruz onu? Çevremizdekilerden beklentilerimiz olarak değil, kendi kendimize bi mesele bu. Kendi sorumluluğumuzda iç huzurumuz. Bu işte kim olduğumuzla ve kendimizi ne kadar iyi tanıdığımızla ilgili. Belkide kendimize ne kadar zaman ayırdığımızın foyası burda çıkabilir. Belkide günde sadece yarım saat tatlı bi müzik dinlerken aslında kendimizi dinlicez başlarda? Zihnimizi sessizleştirip neye ihtiyacımız olduğunu duyabilicez.
Bıdıkça ve çok şapşal da olsa içimizden gelen bişeyi sadece canımız istiyo diye yapabilir hale gelicez ❤
❤ ❤ ❤

Eski yazılarıma bakıyodum bi önceki doğumgünü yazımda artık 28sin demişim :) Sadece bir yıl sonraki bu doğumgünümde 30 yapmışım kendimi :)

Bekleyemedim ki resmen, 29 çok arada bi yaş diil mi ama. Sonuçta 29 doldu ve 30a girdiğim için de 30 ilan edivermeye karar verdim kendimi :) Bence çok iyi fikir :) Ama çok tuhaf ve şapşal bi şekilde de aşırı durgun ve soluktum doğum günümde, zaten bi sonraki günde büyük yanık olayımı yaşadım, tesadüf müydü acaba.  (kendimi kendimi takip eden bi dedektif gibi hissediyorum şu anda, bakalım tüm bunlarla ne sonuca varıcam :))

Zaten bi gün önce de spiritüel olarak yeni bi yaşa girmenin nası bi etkisi olabilir acaba insanda diye dolaşıyodum. Düşünsene senin doğduğun günün yıldönümünde güneş sisteminde dünya tam bi tur atıp önceki yere geliyo, kocaman bişi bu, bi etkisi olmalıydı. Hatta yeni yıldan daha etkili bişi olmalıydı kişi için. Ve ben gerçekten arada bi keçileri kaçırıyordum işte bunlarla :P Sanırım benim evrensel yıldönümümün etkisi sağ bileğimdeki kocaman yanık oldu :) 

Bu arada hızlı hızlı bu yazıya girişimin asıl amacı kendimize zaman ayırmanın ne kadar önemli olduğunu düşünmem sabahtan beri.

İnsan sevdiği bişeyle uğraşınca ne kadar rahatlıyo. Bunu hepimiz biliyoruz evet tamam ama işte yapmıyoruz. Ben unutmuşum en son naptığımı hatırlayamadım mesela geçen gün ve açtım dikiş makinamı sırf o yüzden pembe çizgili kumaştan kalpler diktim şuursuzca :)

Hiç de lazım olmadığı halde ve kullanmıcağım halde.

Sevdiğim bişi yapma ihtiyacımla yaptım sadece tüm salona kumaşlarımı yaydım, diktim diktim heryer iplik oldu ve o manzara mutlu etti beni işte :) o kadarcıktı yani rahatlamam. Sağ kolum sargıdaydı, saat 11di, hiç gerekli diildi ama oturdum kalp diktim ❤  

Bunu anlatmak istedim ❤

Bence bazen sadece kendimiz için tatlı minnoş bi bencillik takınalım kimseye çaktırmadan ve ihtiyacımız olan bişiyi yapalım her gün. Çünkü kendimizi mutlu ettiğimizde herkesi de daha mutlu edebilme enerjimiz ve gücümüz olucak inanın bana. Çok zaman ayırmak şart diil belkide yarım saat hatta belki de öyle bi lüksümüz varsa bi saat. 

Ama işte tam da burda ciddi bi sorunla karşı karşıya kalabiliriz.

Biz ne istiyoruz? Ne yapmaktan gerçek mutluluk duyuyoruz? Neye gerçekten ihtiyacımız var? Ama gerçekten, özel olarak, gizlice, çok içten. Herkesin istediği klasik ihtiyaçlardan bahsetmiyorum. Ruhumuz neye aç, minicik nelerle besleyebiliyoruz onu? Çevremizdekilerden beklentilerimiz olarak değil, kendi kendimize bi mesele bu. Kendi sorumluluğumuzda iç huzurumuz. Bu işte kim olduğumuzla ve kendimizi ne kadar iyi tanıdığımızla ilgili. Belkide kendimize ne kadar zaman ayırdığımızın foyası burda çıkabilir. Belkide günde sadece yarım saat tatlı bi müzik dinlerken aslında kendimizi dinlicez başlarda? Zihnimizi sessizleştirip neye ihtiyacımız olduğunu duyabilicez.

Bıdıkça ve çok şapşal da olsa içimizden gelen bişeyi sadece canımız istiyo diye yapabilir hale gelicez 

❤ ❤ 

27 Ocak 2014 Pazartesi

"Live simply."


Belki de hepimiz aklımızı kaçırmış olmalıyız her fırsatta deli dolu şeyler yapmadığımız için, bide böyle ‘yorgun’ hissettiğimiz için..

Mesela kendimize 2 günlük izinler yaratıp biyerlere kaçıp kendimize tatlı tatiller yaratmadığımız için, hala yurt dışına çıkmadığımız için (ben), rengarenk giyinmediğimiz için, erken çıktığımız bi gün annanemize tatlı bi hediye paketi ve çiçekle süpriz yapmadığımız için.. İçimizden geleni o an pat diye söylemediğimiz için, insanları alenen ‘eleştirdiğimiz’ için (mükemmel atom parçacıklarıyız ya kendimiz :p), sevmediğimiz insanlara katlanmak zorundaymışız gibi sandığımız için, para o kadar çok gerek ve bizde yok sandığımız için, hep aynı şeylere aynı tepkileri verdiğimiz için, aynı konulara takıldığımız için, yaa daha neler neler için..

Hem sonra yorulmak ney ya? ☺️

Yorulmak: kötü kötü bakıp kendimize zaman ayırmamak. Belki biraz da uyku aşkı, platonik olarak.
Uf ne bilim bu ara kendim çok yaptım diye mi o kadar çok sıkıldım ki sıradan şikayetlerden, mıy mıy hayat olaylarından, aynı olan şeylerden. Kolumu yaktığımdan beri yeni yeni kendime geliyorum. Nefes alıyorum. Evet, doğum günümden bi gün sonra kaynar çayı sağ bileğimden dirseğime doğru döktüm ben, tek elle artist artist tepsi taşıyıp tek elle kapı açarken.. 2.dereceden yanık ve geniş bi alan, hala sargıda kolum. Hiç bi iş yapamadan çalıştım günlerce :( Zeynep Abla tüm yükü aldı benden geçene kadar sağolsun kurtardı beni. Dolandım durdum cafede, işe yaramamak kötü bi his. Çok moral bozucu bi giriş yaptım muhteşem 30 yaşıma.

Yani gıcık geçti biraz zaman, bende ona inandım öyle sandım. Bazen de öyle.

Sonra düşündüm naapıyorum hadi ama dedim kendime.

Şimdi bu günlerde herşeyin altını bi kaldırıp bakıyorum burda mı diye, bişiler arıyorum nası tarif ediyim. Sihirli pırıltılı benim sevdiğim olan bişiler simli simli. Buldum bulucam. Heyecanlanma turları atıyorum, kalktım sayılır. Bi iki şarkı, bi kitap.. Kurtlarla koşan kadınlardayım, sevip sevmediğimi tam anlayamadığım yerindeyim. Beni deniyo kitap henüz.

Bıdık maymun hallerimiz var hepimizin, hiç üstünde durmaya gerek yok. Fark eder etmez de geçiyo aslında o kadar. Ne istiyosan osun. Neler konuşuyosan öyle hissediyosun, neler dinliyosan onunla doluyosun. Ne kadar seviyosan o kadar parıldıyosun, ne kadar veriyosan o kadar alıyosun. Dengeler basit ve sade.

Sevdiğin herşeyi sımsıkı tutup, cesaretini toplayıp kocaman yüreğini koyucaksın. Eenn içindekiler doğru. Etrafta yazanlar ve söylenenler değil. İçindeki öz.

"Live simply."

❤️❤️❤️

12 Ocak 2014 Pazar

İlham topladıııık biiiz


'Ben bişey istiyorum'
‘Benim günüm olsun muu bu pazaar? :)’ 

dedim serhata..


Çünkü 15 ocak haftaiçine denk geliyo ve ben tam gün istiyorum bu sefer niyeyse, tüüüm günü hissetmek istiyorum. Düşünmek istiyorum, hayal kurmak, yürümek, keşfetmek, nefes almak ve dönüpte bi bakmak istiyorum neler hissettiğime..

'Olur :)'

dedi..


Yuppii, o zaman Alaçatıııı.

Aslında alaçatıya çok pis bozulmuştuk son zamanlarda. Zihnimde alaçatı sezon açılınca çıldırmış bi kalabalık tarafından saldırıya uğrayan, işyeri ve arsa sahiplerinin gözünü para bürümüş bi magazin sosyete merkezi, eyvah.

İnsanların tüm sihirini soğurduğu bi yer oldu gözümde. Serhat da özellikle tea&pot’u alaçatıda açtığımız yaz aşırı soğudu ordan. Ama o daracık sokakları, rengarenk kapılarını, kedileri, köpekleri, çiçekleri, el yapımı butik dükkanları ben bu aralar o kadar çok özledim ki.. Oranın verdiği ilhamı özledim..

Yürüdük tüm sokaklarda, dükkanların bi kısmı kapalıydı ama çoğu da açıktı.. Bir sürü resim çektim.. Hayaller kurduk birlikte, tanıdıklarla karşılaştık izmir küçük :) Çok tatlı dükkanlar gezdik, sahipleriyle tanıştık sohpetler muhabbetler.. Uzun zamandır salon için aradığımız bulamadığımız abajuru bulduk dünya tatlısı bi dükkanda, aldık.. Dükkanın adı Sakula.. Sanskritçede ‘sa’ doğmak demekmiş ‘kula’da aile.. Aşırı tatlı bi sahibi var mehtap isimli.. En altta paylaştığım resim orası..

Sokak aralarında mekan sahipleri arkadaşlarıyla mekanlarında tatlı müziklerle oturmuş muhabbet ediyodu.. Çok tanıdıktı herşey :)

Eve dönerken arabanın arka camında güneş batıyodu önümüzdeki bulutlarda pespembeydi.. Ruhum hafiflemiş, minik hayalim gerçekleşmiş bi şekilde dudaklarımı kontrol edemiyodum ben gülüp gülüp konuşuyodum bırbırbır :) Herşey serhatlayken güzeldi, fazla yeni karar almadım sevdim halimi, alaçatıyla da anlaştım aramda; yazın gelmem ben ama hep gelirim dedim yürüyüşe keşfe..

29 yaşımı doldurdum 30a girdiiim sayılır artık 3 gün kaldı hoşgeldiiim :)


8 Ocak 2014 Çarşamba

..ah biz


Bu ikilemler, bu duygular, tüm bu olasılıklar.. dimi?

Ah biz.

Ah bu yüreklerimiz.

Oyun-kurgu türündeki hayatımın en minnoş kıvrımlarından birinde düğümlendim kaldım. Hiç bi bölümümü geçemiyorum. Canım iyice azaldı. Tıkıldım kaldım bu bölümde. Yanıp yanıp başa dönüyorum. Arkama yaslanıp sadece güveneyim olacaklara diyorum, beceremiyorum. Taktiklerim hep işime yarar bu bölümde yapamıyorum.
Miniciklikten geliyo bu sabitliğimiz belkide. İlle istiyoruz bazen, o kadar çok istiyoruz ki isterken ilk ‘neden’ istediğimizi unutuyomuyuz acaba. İlk bunu istememizin çıkışını, içimizi kıpır kıpır eden şeyi. Sadece gerçek olunca mutlu edecek olan bişey istemenin içinde yanlış bişi var, isticeğimiz şeyin yolculuğu da bize cesaret, güç ve öyle mutluluk veriyosa bavulları hazırlamak lazım diye buldum :)

Bu bıdık ukala hayat paşa paşa dersleri tek tek veriyo. İşte bu dersleri seçemiyosun. Neyi isticeğini seçebiliyosun da, bunları hesaplayamıyosun.

Neyse sonuç olarak benim kafam karmakarışık, puzzle şeklinde görüyorum tüm hayatı, kaç parça hiç bilmiyorum :) bildiklerim sahip olduklarım. Ve yaptığım, sevdiğim işim, kocaman ailem, aşık olduğum, her sabah mis kokusuyla uyandığım nefesiyle mutlu olduğum.

çok şükür.

❤️❤️❤️


1 Ocak 2014 Çarşamba

Sihirli, pirilti sesli, simli, vanilyali, pudra kokulu, pastel renkli, puantiyeli, kuş tüylü, ışıl ışıl, melekli, deli dolu, muzuruk, bıdık ve minnoş, süprizli, huzurlu, sağlıklı, aşklı, heyecanlı, başarılı, tatlı, sevgili, özenli, değerli, zeki, ayrıntılı, sade, uyumlu, gülmeli, şanslı, işaret dolu, parlak bişi duşunuyorum ben 2014, ne dersin bibiiiiim :)

Sihirli, pirilti sesli, simli, vanilyali, pudra kokulu, pastel renkli, puantiyeli, kuş tüylü, ışıl ışıl, melekli, deli dolu, muzuruk, bıdık ve minnoş, süprizli, huzurlu, sağlıklı, aşklı, heyecanlı, başarılı, tatlı, sevgili, özenli, değerli, zeki, ayrıntılı, sade, uyumlu, gülmeli, şanslı, işaret dolu, parlak bişi duşunuyorum ben 2014, ne dersin bibiiiiim :)

12 Aralık 2013 Perşembe

Yasemin Soysal: Hindistan mı, Kral Çıplak Diyecek Yok Mu?

Yasemin Soysal: Hindistan mı, Kral Çıplak Diyecek Yok Mu?


”Soruların cevaplarını o kadar çok dışarıda arıyoruz ki, doğru cevap çok uzaklarda olmalı. Mistik olmalı, ulaşılması zor, elde etmesi imkansız olmalıydı.
Tabi ki biz durduk yere bu fikirlere kapılmadık. Eğitmen sanıp peşine düştüklerimiz, kitap sanıp okuduklarımız, ruhsalcılık üzerine bir sürü kirli bilgi bunu yarattı. Dünya ve ruhumuz evrimleşirken biz belki de bilgi aynı kalsın istedik. Ama mümkün değil, dönem, ruhlar, enerjiler ve hisler değişti. 

Geçmişe ait bir çok ruhsal öğretilerde evrimleşmek zorunda. Geçmişin farkındalık yolcusu o günün şartlarında onu yapması gerekiyordu, bugün sen aynısını yapmak zorunda değilsin. O Himalayalar’a çıktı ve rüzgarı dinledi ama belki de kulağında walkman’i olsaydı müzik dinliyor olacaktı.
Fakat gerçek ruhsallık bu değil. Zaten çıkılan her yolculuk ruhsal bir yolculuktur. Aradığın farkındalık her yerde olabilir. Bir Paris seyahatinde, evde televizyonun karşısında oturmuş soyduğun portakal kabuklarını sobaya atarken, Himalayalar’ın tepesinde ipodunda çalan 80 ler müziğiyle… işte her an yeter ki aklın fikrin orada olsun o gelecektir. Kulaklığındaki ipod’u çıkartıp illa kuş seslerini dinlemek zorunda değilsin, Coco Chanel parfümün varken tütsü kokusuna bulanmak zorunda değilsin, Amerika da kahveni yudumlamayı bırakmak zorunda değilsin!”


Bu yazıyı paylaşmam gerekti.

Daha dün akşam konuşturken serhatla dedim ki; ”yurt dışına çıkmak istiyorum heryeri gezmek istiyorum her yeri her yeri, parisi, hindistanı, çini..” patlama yaşadım öyle bi resmen :)) Gitmek yok aslında, hep içindesin, için nasılsa hep öylesin dünyanın en sıkıcı yerinde de eğlenirsin, en eğlenceli yerinde de sıkılırsın.. Kimse sen nerdesin bilemez, sen bile bilemezsin çoğunlukla ‘an’da olmadığın için orda burda sanırsın kendini ama içinde değilsindir.

Dünyanın en güzel yeri içindeki gizli yerindir, bide sevdiğini gerçekten görüyorsan duyuyorsan onun içindeki gizli yeridir.. ❤  

İşte sevgilililerin bir görevi de birbirlerini içinde korumaktır bu yüzden, uzaklarda çok kalıp kayboldukça orayı hatırlatmaktır ❤